2018 yılında, kurumsal yapıyı ortadan kaldıran ve tüm yetkiyi bir kişide toplayan yönetim modeli değişikliği ile birlikte Türkiye’de ekonomik göstergelerin hızla bozulduğuna tanıklık ediyoruz. Tabi bunu sadece biz değil, aynı zamanda yabancılar da görüyor. Yabancı yatırımcıların Türkiye’ye bakışı olumsuza dönmüş ve bunun sonucu olarak da Türkiye yatırım yapmak için ilgi gösterilen bir ülke olmaktan çıkmıştır.


Uzun zamandan beri tahvil ve borsadan yabancı çıkışı devam ediyor. Bu iki piyasada yabancı payları tarihi dip seviyelerine gelmiş durumda. Doğrudan yatırımda da durum pek farklı değil. Bir ara yılda yirmi milyar dolar civarında doğrudan yabancı yatırımı alan Türkiye, artık yabancıların radarından çıkmış gibi görünüyor.

Bir süre önce Londra’da fon yöneticileri ile bir araya geldiğinde “Türkiye’de enflasyonun yabancıların kültürel olarak anlayamayacağı sebepten yükseldiğini” söylediği haber olan Hazine ve Maliye Bakanı Nebati, çarşamba günü Fransa’da uluslararası yatırımcıların katıldığı bir toplantıda konuşma yapmış ve “Bir problem mi yaşadınız… Rahat olun. Bize hemen ulaşırsınız. Bürokrasiyi alaşağı ederiz, arkamızda Cumhurbaşkanımız var rahat olun. Mevzuatı da değiştiririz” demiş. Bu ifade bile yabancıların ürkmesi için yeterli olur sanırım.

Mesela mevzuatı değiştirmek…

Mevzuat denilen şey kural ve düzenlemelerdir. Bunlar da gözlem, deneyim, bilgi, ihtiyaç gibi nedenler sonucunda ortaya çıkıyor.

Örneğin yangın yönetmeliğine ilişkin “çok maliyete yol açıyor bunu bize uygulamayın” talebi gelirse ne yapacaklar? Yönetmeliği ortadan mı kaldıracaklar? Ya da olası bir yatırımın çevresel etkilerini göz ardı edecek düzenlemeler istenirse? Sırf bir miktar dolar gelsin diye bunu da mı kabul edecekler? Aslında, Bakanın ifadesi ülkedeki kuralsızlığın ve keyfiliğin itirafıdır.

Bir kişinin “uygun göreceği” herhangi bir şeyi istediği gibi yapabilme gücüne sahip olması zaten en temel sorundur. Bunu böyle görmeyip bir “avantaj” olarak sunmak da, ne bileyim…

Evet, sermayenin tek kaygısının kar olduğunu biliyorum. Fakat kuralların keyfi olarak değiştirilebilme ihtimali bile başlı başına bir belirsizlik kaynağıdır. Çünkü yarın, sırf başka sebeplerle değişikliğe gidilmeyeceğinin teminatı yoktur. İşte bunun bile ayırdında olmayan bir anlayışın davetine pek icabet olmaz diye düşünüyorum.

Ben bu satırları yazarken Bakan Nebati’nin Londra’da dün yaptığı açıklamalar ekranıma düşmeye başladı. Bakan “Türk Lirası’ndaki değer kaybı maalesef enflasyondaki yüksek seyirde belirleyici olmuştur” demiş. Oysa faiz indirimlerine başladıklarında bunun “rekabetçi kura” (siz bunu kurların yükselmesi diye okuyun) yol açacağını ve cari işlemler fazlası ile işlerin düzeleceğini de söyleyen iktidardı. Kur yükselmesini rekabet avantajı olarak tanımladıkları zamandan, şimdi enflasyon sebebi olarak adlandırma aşamasına gelmişler. Bu da bize gösteriyor ki aslında ekonomi yönetimi ne yaptığını bilmiyor. Akıllarına gelen ilk fikrin en parlak fikir olduğunu düşünüyorlar. Ama göstergeler o fikirlerinin pek de parlak olmadığını ortaya koyunca, sanki o kararların, ortaya çıkan sonuçlarda hiçbir etkisi yokmuş gibi davranıp sadece sonuçlarından şikâyet etmeye başlıyorlar.

Faiz kararı

Çarşamba günü ABD Merkez bankası FED’in 25 baz puanlık faiz artırımından sonra dün TCMB’nin faiz kararı beklenmeye başlandı. MB faizlerde bir değişikliğe gitmedi. Karar sonrası yayınlanan açıklamadan bir günah keçisi buldukları anlaşılıyor: “Enflasyonda yakın dönemde gözlenen yükselişte; sıcak çatışma ortamının yol açtığı enerji maliyeti artışları, ekonomik temellerden uzak fiyatlama oluşumlarının geçici etkileri…” diyerek yaşadığımız yüksek enflasyonda ekonomi yönetiminin bir dahli olmadığını sorumluluğu Rusya Ukrayna savaşına yıkarak ifade etmişler. Oysa en son açıklanan ve TÜİK tarafından yıllık yüzde 54,4 olan TÜFE’ye ilişkin veriler derlenirken ortada bir savaş bile yoktu.

Biz gerçekleri biliyoruz. Gerçek şu ki bugün karşı karşıya kaldığımız ekonomik sorunların sebebi mevcut iktidardır.