Geçen haftaki yazımda itiraz etmiştim Kaç-Ak Saray tabirine; Kara Kondu’dur bunun adı demiştim

Geçen haftaki yazımda itiraz etmiştim Kaç-Ak Saray tabirine; Kara Kondu’dur bunun adı demiştim. ‘Kaçak’, adı üstünde; kaçmaya, ortalıkta görünmemeye çalışır; utandığından olmasa da çekindiğinden, kaçındığından. Oysa, bunlar ‘yasal’ anlamda kaçak olsalar da fevkalade pervasız/fütursuz. Ne yasa, ne hukuk, ne yargı; hiçbirini dinlemem; sıkıysa yıksınlar deyip, bütün ışıklarını yakıyor, her yerden görünsün ve de herkes kendisi önünde sinsin, pıssın diye: Kara Kondu da yetmez; bunun adı Haydut Kale olmalı veya küstah ve tehditkâr mafya babalarının pembe Cadillac’larından mülhem olarak, Pembe Casino (‘casino’nun İtalyanca’daki anlamına da bakın).

Bir de şu var: Bu görgüsüzce ve orman katili ve doğa canavarı ‘pislik’e harcanan parayla her biri 40 kişilik 2500 civarında ‘yaşam odası’ inşa edilebilirmiş; işte bu yüzden de, bu maskaralığın bir diğer adı da Katil Ucube olabilirdi ve bu ucubenin yok edilmesi, bu ülke vatandaşlarının haysiyet sınavı olacaktır.

Bunlar, tabiî ki görgüsüz, zevksiz, pervasız, saldırgan; ancak, daha daha da önemlisi Cumhuriyet, dolayısıyla ‘insan’ düşmanı Aydınlanma-öncesi canlılar.

Ne diyor, Başbakan kılığında maneje saldıkları eleman: Yüzyıllık parantezi kapatıp, restorasyona gideceğiz. Neyin restorasyonu; tabiî ki, saltanatın/hilafetin. Saltanat altında yaşamanın haysiyetlerine dokunacağı kadar haysiyete sahip olmamayı gerektirir böyle bir laf etmek.

Haydut Kale üzerinden, Cumhuriyet düşmanlıklarını da dile getiriyorlar: Binlerce ağacı yok etmek, Ankara’nın kent kültürüne terminatörce saldırmak bir yana, Atatürk’ü aşağılamak üzerinden Cumhuriyet düşmanlıklarını da ete-kemiğe/taşa-betona dönüştürüyorlar. Kendilerinden beklediğim, Anıtkabirin avlusunda sosyete pazarı açıp yönetimini Egemen Bağış’a vermeleriydi: Neyse, önümüzdeki sene onu da yaparlar. Bu arada şunu da söyleyeyim: Kavim adı üzerinden ‘millet/ulus’ kurmaya kalkanın burnunun pislikten kurtulamayacağını, hele bir Türk olarak ‘Ata’ adı altında da olsa kendi babasının yanı sıra başka birinin kendisine ‘kurucu baba’ olarak dayatılmasının kabûl edilemez bir şey olarak gördüğümü neredeyse 50 yıl önce ifade etmiş biriyim. Ama bunların düşmanlığı, esasında Atatürk’e değil, Aydınlanma’ya, insana; en başta da kadına.

Bunların başı/’reis’i kim? Yıllar önce “ben SANA ‘sen’ demiyorum” diyebilmiş birisi: Oksimoronun insan kılığına bürünmüş hâli; yani bunlarla konuşulmaz; komşuysan ya da yolda rastlarsan yüzüne bakılmaz, selam verilmez unsurlar. Bunlarla komşuluk yapılamaz olduğuna göre, barış hiç mi hiç yapılamaz.

Şimdilerde Başkent Üniversitesi çıkartıyor; ama -50’li yıllarda da Türkçesi yayımlanırdı Reader’s Digest’ın, yine Bütün Dünya adı altında; ben daha bir ilkokul öğrencisi iken o dergide okuyup aklımda tutmuşum taa o yıllardan bu günlere, bir Rus atasözünü: “Bu kadar zeki olma; senden daha zekileri, hapisanede”.

Erdoğan ve şürekâsı kendilerini herkesten kurnaz sanıyorlar; ama, bu kadar kurnazlığa (varsa) Allah’ın vicdanı da tahammül edemez; dolayısıyla ne o Kanlı Kale uzun süre ayakta kalabilir, ne de kimleri taşıdığı belli o devasa uçak havada...

Bunların tecavüzlerine, artık yaban domuzları bile isyan edip şehre inmeye başlamışsa, köpek de artık cami duvarına işemiş demektir: Kolin çeteleri, ‘acele kamulaştırma’ haydutluğu korumasında insanların hem canlarına hem de üretim araçlarına jandarma gözetiminde saldırmaya başlamışsa, Haydut Kale sakini de artık kendine mukayyet olmalıdır; bu arada kızına da tiyatroda çiklet çiğnenmeyeceğini öğretecek görgü kursları açmayı ihmal etmeden; son bir ‘hayır’ olarak.