Ne kadar özgürüz sorusunu sormalıyız
“Özgürlük sadece cezaevinde olan birinin sorunu değil aslında. Hepimiz kendimize sormalıyız; ‘Ne kadar özgürüz? Ne kadar gökyüzüne bakıyoruz? Ne kadar kendimiziz?’ diye”

DERYA AYDOĞAN - deryaaydogan6@gmail.com
Zeynep Özyağcılar’ın kurduğu Tiyatro Martı tarafından sahneye konan “Demir” Feminist yazar olarak bilinen Rona Munro’nun dünyada en çok oynanan oyunu. Demir, 15 yıl önce kocasını öldüren ve müebbet hapse mahkûm olmuş bir kadın ile annesi hapse düştüğünde 11 yaşında olan, geçmişi bu travmayla silinen bir kızın, ilk defa bir araya gelme hikayesini anlatıyor. Serkan Üstüner’in yönetmenliğini üstlendiği oyunun başrollerinde; Güzin Özyağcılar, Zeynep Özyağcılar, Gözde Çetiner ve Burak Tanay rol alıyor. 15 yıl sonra hapishanenin görüşme odasında ilk anda birbirlerini tanıyamayan anne-kızı oynayan Güzin Özyağcılar ve Zeynep Özyağcılar ile “Demir” i konuştuk.
» Hapisanede gökyüzünü göremediği için kızına gökyüzüne bak, kırmızı elbise giy, saçlarını aç diyor oynadığınız anne karakteri kızına. O kadın hapisanede ama bizim dışarda gördüğümüz çoğu kadın gibi. Yaşayamadıklarını kızları yapsın isteyen annelerden.
G.Ö.: Evet kesinlikle. Kadın her yerde kadındır diyelim. Bu sıradışı bir kadın. İçki içen, kocasına aşık, eğlenmeyi seven, deli dolu yaşayan bir kadın. Hapishane şartları birçok şeyden kadını kısıtlıyor. Taşlaşıyor artık birazda duyguları ama içinde fırtınalar da esiyor. Kızını gördüğü zaman onun vasıtasıyla yine o anlara dönmek istiyor, bir araç gibi görüyor kızını. Git, gez, aşık ol diyor. Dış dünya ile kızı vasıtası ile bir iletişim kurmak istiyor. Kızına ‘Güneşi görebiliyor musun? diyor. Bu çok acı bir laf çünkü güneşi görmek ne büyük bir mutluluk.
Z.Ö.: Özgürlük sadece hapiste olan birinin sorunu değil aslında. Hepimiz kendimize sormalıyız; ‘Ne kadar özgürüz? Ne kadar gökyüzüne bakıyoruz? Ne kadar kendimiziz?’ diye. Bunlar sadece semboller. Ben kendi istediğim gibi mi giyiniyorum? İstediğim hayat bu mu? Hayır değil. Fay belki hapisanede yaşayan bir kadın ve özgür değil ama biz hapisanede değiliz. Peki biz gerçekten özgür müyüz ?
» Annesinin hayallerini gerçekleştirmekten çok geçmişini arayan bir kızı oynuyorsunuz. Bir travma yaşamışssınız ve annenizle aranızda kocaman bir boşluk var.
Z.Ö.: Josie kendini tanımayan bir kadın çünkü travmadan dolayı çocukluğunu hatırlamıyor. Yani bir kökü yok. İnsanın bir temeli vardır, her şey onun üstüne şekillenir ama o çocukluğunu hatırlamıyor. Babaanne de onu kendi idealize ettiği gibi biraz robotlaştırarak, çalışarak, kariyer hedefliyerek ve eğlenceden sert bir şekilde uzak kalarak, bazı şeylerden mahrum bıraktırarak büyütmüş. Benim oyunda en çok sevdiğim şeylerden biri şu ‘ gen ‘ diye de bir şeyin var oluşu. Bir şeyler yapıyor, başarılı da oluyor kız ama içten içe biliyor ki, o kadın o değil. O başka türlü bir kız. Ben kendim gibi olabilmeyi çok isterdim diyor, bilmiyor çünkü nasıl yapması gerektiğini. Yaptığı şeye ve kendine ait olmadığını biliyor sadece. Mutlu değil, oturmuyor üstüne hiçbir şey. Kendini arıyor, geçmişini arıyor. Geçmişi olmayınca bir gelecek kuramayacağını da biliyor. Annesiyle biraraya geldikten sonra öğrendiği bazı şeyler, hatırlamaya başladığı bir takım anılarla yavaş yavaş kendini bulmaya başlıyor. O kadar yıl görüşmemelerine rağmen anne ile güçlü bağlar kuruluyor. Josie çok enteresan biri. Kabuğunu yavaş yavaş kıran, oynanması keyifli bir karakter.
» Haberlerde eşini öldüren adamların hikayelerini çok fazla duyuyoruz ama o kalan çocuklara neler olacağını hiç düşünmüyoruz bile. Josie de o travma yaşayan çocuklardan sadece bir tanesi aslında değil mi?
Z.Ö.: Josie’nin şöyle bir farkı var. Belki babaanneyi de kaybettikten sonra cesur davranıyor. O çok cesur bir kadın. O ruh halinde olan bir iki arkadaşım oldu ve yüzleşmeye imkanları olduğu halde cesaret edemediler. Bunu yapmak yerine üstünü örtmeyi, ‘Ben böyleyim’ diye kabul etmeyi seçtiler. Bu tabii ki kolay olan. Josie paramparça olacağını bildi halde böyle bir yolculuğa çıkıyor.
» Bu suçu erkek işleseydi on yıl yatar çıkardı ama kadın işlerse sonuç belli ‘müebbet’ diyor gardiyan.
G.Ö.: Kadın erkek ayrımı dünyanın her yerinde mevcut olan bir sorun. Seyirciyi kendi kendine düşünmeye iten bir oyun bu.
Z.Ö.: Şöyle bakıyorum ben olaya, özel tiyatro yapıyoruz tabiki çok zor bir şey yapıyoruz, o zaman söylenilmeyen bir şeyleri söylememiz lazım. Bir aşk hikayesi bile anlatıyorsak ‘ Hiç böyle bir aşk hikayesi anlatılmamıştı’ demesi lazım seyircinin ve başka sorular sorabilmesi lazım kendine, hayatına dair. Onun için ben çok doğru yazılmış bir tekst olduğunu düşünüyorum. Dünya olasılıklar dünyası. Aşkı iki kere iki dört gibi düşünüyoruz ama aşkın binbir türlü hali var. Çok işlenmeyen bir hali de var aşkın. Böyle vahşi ve gerçekten kontrolünü kaybettiren bir hali var aşkın. Böyle farklı bir aşk anlatıldığı içinde bu oyunu çok seviyorum.