Habercilik refleksiyle bir şey atlamamak için sürekli açık tuttuğum televizyondan, karavan fiyatlarının ikiye katlandığı anonsunu duyuyorum. Bir karavan parkındaki muhabir, virüs tehdidine karşı karavanın nasıl bir kurtuluş olduğunu anlatıyor: “Uzmanlar kalabalıklardan, insanlardan uzak durulmasını tavsiye ediyor.” Sonra, karavancı bir beyefendiye doğru ilerlerken, onun imrenilesi başarısını paylaşıyor: “Bir gününü insanlarla hiç temas etmeden geçiriyor.”

Aylardır dünyanın her yerinde söylenen bu: Canınızı seviyorsanız birbirinizle olabildiğince az temas edin! Hadi canınızdan geçtiniz diyelim, canınızdan çok sevdikleriniz için de, aman uzak durun!

“Hiç kimse bir ada değildir, / Bütün de değildir tek başına … Bir kimsenin ölümü de beni azaltır, zira ben / İnsanlığın bir üyesiyim ve işte bu yüzden, / Hiç sorma çanların kimin için çaldığını; / Onlar senin için çalıyor!”

Yıllardır sosyolojiye giriş dersime İngiliz şair ve din adamı John Donne’un (1572-1631), Hemingway’in başyapıtı Çanlar Kimin İçin Çalıyor’un isim babası olan ve sosyolojinin ne olduğunu da anlatan bu şiiriyle başlarım. “Sosyoloji birey olarak bir tek insanla ilgilenmez. Zaten tek başına bir insan da var olamaz, insan toplumsal bir varlıktır” diyerek…

“Bir gününü insanlarla hiç temas etmeden” geçiren birisi, o gün “insan” olmaktan da o kadar uzaklaşmış demektir!

Sosyal medyada İsrailli tarihçi-yazar Yuval Noah Harari’nin 66 maddede özetlenmiş 2020 Davos Zirvesi konuşması dolaşıyor. O konuşmada Harari, 21’inci yüzyıl’da varlığımızı dönük; nükleer savaş, ekolojik çöküş ve teknolojik parçalanma gibi üç tehditten söz ederek, çok bilinen ilk ikisini es geçip üçüncüsüne odaklanmıştı.

Harari’nin konuşması da son zamanlarda çok dinlediğimiz dehşet senaryolarından biriydi ve teknolojiyi bir azınlığın kontrol etmesi durumunda; bir “veri sömürgeciliği” ve “dijital diktatörlükler” dönemi başlayacağını, bedenimize de hükmedileceğini, insan toplumunun mahvolacağını ve Homo Sapiens türünün sonunun geleceğini söylemişti.

Türümüzün sonu gelir mi, bilemem. Ancak, kapitalizmin bizi zaten hiç de iç açıcı olmayan bir sona sürüklediğini görmeyen kalmadı. Şimdi, bizi en duyarlı noktamızdan yakalayarak, sağlığımız için mahremiyetimizden vaz geçmemizi, bütün kişisel verilerimizin bir merkezde toplanmasına gönüllü olmamızı sağlamaları daha kolay görünüyor.

Kuşkusuz, insan sağlığını tehdit eden bir virüse karşı bilimsel temelde alınması gereken önlemlere sırtımızı dönmek gibi bir budalalık yapmayacağız. Ancak, o önlemlerin bizi insanlığımızdan uzaklaştıracak bir noktaya varması gibi çok daha büyük bir budalalığa da düşmeyeceğiz.

John Donne’un 400 küsur yıl önce dediği gibi; hiçbirimiz bir ada değiliz tek başımıza, bütün ya da insan da değiliz.

Ve çanlar şimdi bizim için çok daha şiddetli çalıyor!

Ya dünyanın yeni koşulları içinde daha çok, çok daha fazla temas etmenin yollarını bulacağız ve insan kalacağız ya da insanlığımızdan olacağız. Ya “yeni normal” denilen ucubenin, paylaşımcı, dayanışmacı, kamucu, komünal toplumsal formlara dönüşmesi için çabalayıp insan olarak varlığımızı sürdüreceğiz ya da bizi insanlığımızdan edecek dehşet senaryolarının gerçekleşmesini öylece seyredeceğiz.

Zaman yukarıdaki cümlelerin “ya da” ile başlayan kısmı için de fırsatlar sunuyor. Şimdi insanlar teması hiç olmadığı kadar arzuluyor. Hemen en yakınımızdan başlayarak, mahallemizde, iş yerimizde, yeni temas biçimleri bulup, virüse mesafeli temas ve dayanışma formları geliştirerek, bir yerlerimize çip takma hayalinde olanlara nanik yapabiliriz.