‘Ne kavgam bitti ne sevdam’ sözcükleri Sezen Aksu’nun eşsiz yorumuyla radyolarda yankılandığında nasıl da etkilenmiştik. Bizim kuşağın öyküsünü anlatıyordu adeta.

Ne kavgalarımız bitti ne sevdalarımız…

Hafta içinde, sevgili Aysel Gürel’i andık ölüm yıldönümünde. Tekin yayınevi bu vesileyle onun gün yüzüne çıkmamış şiirlerini yayınladı “Sevda” adlı kitapta. Aysel Gürel’in tüm yaşamını özetleyecek bir sözcüktü gerçekten, sevda. Yaşamın ‘absürd’lüğü ile baş edebilmek için bilinçli bir ‘çılgınlık’la meydan okurdu dünyaya, Aysel. “Ne kavgam bitti ne sevdam” sözcükleri Sezen Aksu’nun eşsiz yorumuyla radyolarda yankılandığında nasıl da etkilenmiştik. Bizim kuşağın öyküsünü anlatıyordu adeta… Bu yüzden, onun sözcüklerini çoğaltma hakkını buldum kendimde. Kızmayacağını biliyorum…

Şairleri kızdırmaya gelmez. Ama, insanın korktuğu başına gelir ya, benim de geldi. Geçen haftalarda, iki şiirden birer dizeyi baş tacı etmiştim. İlkinde, Adnan Yücel’in bir belgesele de ilham kaynağı olan “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” dizesini Adnan Özer’e mal edivermişim! İkincisinde, gene bir bellek kazasına uğramayayım diye, internete başvurdum. Gülay’ın, Ragıp Savaş’ın, Can Bonomo’nun seslendirdiği “Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç” sözlerinin Ahmet Hamdi Tanpınar’a ait olduğunu yazıyordu, farklı kaynaklar. Oysa, Tanpınar’ın kitabında yokmuş bu şiir! Şiiri seslendiren bir başka sanatçı, İbrahim Sadri de bu dizelerin kendine ait olduğunu tescilletmiş… Neyse ki, “Sevda kuşun kanadında” dizesinin Cem Karaca’ya ait olmayıp, kendisine ait olduğunu iddia eden çıkmadı şu ana dek… Bendeki cesarete bakın, gene bir şarkı sözünden yola çıkıyorum bu hafta da!

Kavgaya adanan yaşamlar

Önümüzdeki hafta, idealleri için savaşım vermekten geri durmayan sanat insanlarının ölüm yıldönümleri ard arda geliyor... 25 Şubat, geçen yıl yitirdiğimiz Muzaffer İlhan Erdost’un ölüm yıldönümü. 26 Şubat ise, Köy Enstitüleri’ni var eden Atatürk’ün Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile sevdanın ve kavganın şairi, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in… Sinemamızın aydınlık yüzlü insanları, Yusuf Kurçenli ve Aytaç Arman’ı da aynı hafta içinde yitirmişiz. Birkaç yazı oluyor, sevdadan ve kavgadan söz etmem boşuna değil. Bizim kuşağın yazgısını belirleyen iki kavram bunlar…

Yeni kuşakların da, ustaların izinden gittiğini, onların mirasına sahip çıktığını görebiliyoruz, ‘Gezi’den bu yana... Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrencilerin ve öğretim üyelerinin okullarının akademik kimliğine yakışmayan bir atamaya karşı sürdürdükleri direniş, sanatçılar arasında da büyük bir destek buldu. Önce ülkemizden, sonra dünyanın dört bir yanından bilim insanlarının başlattığı destek kampanyası, farklı sanat disiplinlerinden binlere ulaşan sanatçı imzalarıyla güçlenerek sürüyor. Yazarlar, sinemacılar ve müzisyenler ayrı metinlerle destek çıktılar Boğaziçi direnişine. Tiyatrocuların tek tek açıklamalarını gördüm ama ortak bir metin görmedim şu ana dek (belki benim gözümden kaçmıştır, belki de yalnızca geç kalınmıştır).

Suskun kalmak, yalnızca ‘pandemi’nin yol açtığı kayıplardan söz açmak yakışmıyor tiyatro dünyasına. İki büyük usta, Metin Akpınar ve Müjdat Gezen için 1’er yıl, 2’şer aydan, 4’er yıl, 8’er aya kadar hapis cezası istedi Cumhuriyet Savcısı geçenlerde. Suçları, Cumhurbaşkanına hakaret! İki ustayı mahkeme koridorlarında yalnız bırakanlara, “Korka korka yaşamak ne” demez miydi Hasan Hüseyin?

Destek bildirilerinden söz açmışken bir başka destek kampanyasına değinmeden geçemem. Gazetemiz, siyasal iktidarın türlü engellemelerine karşın özgür ve özgün bakışını korumakta kararlı. Cuma günü, tam sayfa “Reis Mükemmel Bir İnsan” manşetinin altında şunlar yazıyordu: “Bir gün yalnızca böyle haberler duymamak için bugün Birgün’e abone ol”. Tüm okurlarımızın bu kampanyaya destek vereceğine inanıyorum.

İki Dil Bir Bavul

Empati, ilkokuldan başlayarak eğitimin tüm kademelerinde müfredatta yer alması gereken bir kavram. Bireyin karşısındaki ile sağlıklı bir iletişim kurabilmesinin tek yolu… Başkasına yapılanın kendinize yapıldığını düşünün… Onun başına gelen, sizin başınıza gelse nasıl davranırdınız? Özellikle kendilerini ‘Ulusalcı’ olarak tanımlayan gençlerin izlemelerini dilediğim birkaç filmden söz etmek istiyorum. Bugünün, Uluslararası Anadil Günü olması nedeniyle

ne-kavgalarimiz-bitti-ne-sevdalarimiz-843976-1.

Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan’ın 2008 tarihli “İki Dil Bir Bavul”u, Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde bir köy okuluna atanan bir öğretmeninin Kürtçeden başka dil bilmeyen öğrencileri ile iletişim kurma serüvenini anlatan bir filmdi. Aynı temayı, Erden Kıral, Ferit Edgü’nün “O” romanından yola çıkarak yaptığı “Hakkari’de Bir Mevsim” filminde -sembolik bir anlatımla- ele almıştı. Yıllardan 1983’dü ve filmlerde Kürtçe konuşulması mümkün değildi. Konusu Doğu illerimizde geçen Yeşilçam filmlerinde, köylüler kırk bir Türkçe ile konuşur, izleyici de (istisnalardan söz etmiyorum) o bölgede herkesin Türkçe bildiğine inanırdı. Kıral, öğretmenle köylüler arasındaki iletişimi Türkçe bilen bir çocuk aracılığı kuruyor, çocuk öğretmenin söylediklerini köylülerden birinin kulağına fısıldayarak aktarıyordu (Gene de, ülkemizde gösterilebilmesi yıllar aldı). 2000’li yıllarda, Kürtçe konuşan epey film yapıldı. Handan İpekçi’nin “Büyük Adam Küçük Aşk”, Erol Mintaş’ın “Annemin Şarkısı”, Hüseyin Karabey’in “Sesime Gel”, Kazım Öz’ün “Zer”i ilk akla gelenler…

ne-kavgalarimiz-bitti-ne-sevdalarimiz-843977-1.

Hep on dokuz yaşındayız

Hakkari’den söz açmışken, bir de kitap önermek istiyorum okurlarıma. 68’liler, 78’liler kendilerini bulacaklar bu kitapta. Daha gençler ise, bizim kuşakların yaşadıklarına tanıklık edecekler. İçtenlikle yazılmış, roman tadında bir anı kitabı, “68 Yılında On dokuz Yaşındaysan Hep On Dokuz Yaşındasın”. Öykü sanatımızın ustalarından, Işıl Özgentürk, Gaziantep’teki çocukluk yıllarından kavganın eksik olmadığı Üniversite yıllarına, yaşamının önemli anlarını bizimle paylaşıyor. İlkokulda öğrencilere odun taşıtmak isteyen beden öğretmenine isyan eden Işıl, sonraki yıllarda da doğruculuğundan ve kavgacılığından bir şey yitirmiyor. Sevdaları hep tutkulu… Tıpkı benim gibi, “üç darbeden emekli olmuş” biri Işıl. Örselenmiş kişisel ve toplumsal yaşamlarımızı, baskılara karşı verilen mücadeleleri (Amerikalı askerlerin denize dökülüşü, Kanlı Pazar, üniversite işgalleri, grevler, 15-16Haziran Büyük İşçi Direnişi) birer film sahnesi gibi anlatıyor.

ne-kavgalarimiz-bitti-ne-sevdalarimiz-843978-1.

Kavgalarının bir kısmında sanatçı olarak karşımıza çıkıyor; Sevgi Soysal’dan uyarladığı “Tante Rosa”da yönetmen, Ali Özgentürk’ün pek çok filminde senarist ve onunla beraber baş koyduğu ‘Devrim için Hareket Tiyatrosu’ serüveninde yazar ve oyuncu… Senaryo ve kısa film atölyelerinde birikimini genç kuşaklarla paylaşan Işıl ile yollarımız pek çok noktada kesişti. 1 Mayıs 77’de Taksim alanından, 2000 yılında ‘İstanbul- Hakkari Sanat Köprüsü’ne nice eylem... Ne kavgalarımız bitti, ne sevdalarımız... Hakkari maceramızı ne güzel anlatmışsın sevgili Işıl… Söz, yazacağım…