Bugün haziran başından bu yana doların diğer paralar karşısında belirgin biçimde gerilemesi üzerinde duracağız. ‘Güvenli liman’ olarak kabul edilen doların dünyanın bir numaralı rezerv parası olarak tahtını koruyup koruyamayacağı sorgulanıyor.

Ne olacak doların bu hali?

Yazının başlığı ironi olsun diye atılmadı. Elbette TL’nin ABD doları karşısında keskin bir şekilde değer yitirmesi, kurun 7.45’i aşması önemli. Ancak bu temayı geçtiğimiz haftalarda etraflıca ele aldığımız için bugün, haziran başından bu yana doların diğer paralar karşısında belirgin biçimde gerilemesi üzerinde duracağız.

Genellikle dolar “güvenli liman” kabul edildiği için dünya ekonomisinde işler yolunda giderken, büyüme beklentileri olumlu seyrederken ABD parasının bir miktar değer kaybetmesi olağan kabul edilir. Gelgelelim bu kez ABD’nin gerileyen küresel hegemonyasını, Çin ekonomisinin yükselişini, “kolektif emperyalizm” diye niteleyebileceğimiz büyük kapitalist güçler arasındaki çatlakların derinleşmesini de içeren daha kapsamlı bir tartışma söz konusu. Açıkça doların dünyanın bir numaralı rezerv parası olarak tahtını koruyup koruyamayacağı sorgulanıyor.

En yaygın izlenen gösterge, dolar endeksi DXY, marttaki pandeminin tepe noktasından beri yüzde 9 değer yitirmiş durumda. Endekste avronun yüzde 57,6, Japon Yeni’nin yüzde 13,6, Britanya Poundu’nun yüzde 11,9 ağırlığı var. Kanada Doları’na yüzde 11,9, İsveç kronuna yüzde 4,2, İsviçre Frangı’na yüzde 3,6 pay verilince seri tamamlanıyor. Haliyle endeksin salgın sürecinde dolara karşı belirgin biçimde gerileyen Brezilya Reali, Rus Rublesi, Meksika Pezosu ve tabii Türk Lirası gibi para birimlerini kapsamaması, tabloyu olduğundan daha vahim göstermesi eleştirisi yapılabilir.

Hatırlanırsa Covid-19 sürecinin başlarında Donald Trump “… adlarını vermeyim ama diğer ülkelerin paraları yüzde 22, yüzde 25, yüzde 28 tepetaklak aşağı gidiyor. Bizim paramız hiç olmadığı kadar güçlü. Diyelim ki altyapı inşa etmek için bir tahvil çıkaracağız, sıfır faiz bile versek herkes yatırım yapmak için koşuyor” cümleleriyle doların gücüyle böbürleniyordu. Ne var ki, yaz başından beri ABD’nin salgını kontrol etmedeki başarısızlığı, ülkedeki iç çatışma ortamının sürmesi, liderlerin 750 milyar avroluk Avrupa İyileşme Fonu üzerinde anlaşmasının AB’ye olan güveni artırması, başta Çin Asya ekonomilerinin salgını göreceli düşük hasarla atlatacaklarına ilişkin kanının güçlenmesi hep doların aleyhine çalışan etmenler olarak devreye girdi.

DOLAR 1944'TEN BERİ DÜNYANIN REZERV PARASI

Konuya tarihsel perspektiften bakacak olursak, 2. Paylaşım Savaşı’ndan ABD, dünyanın hem ekonomik, hem jeopolitik hegemonik gücü olarak çıktı. 1944’deki Bretton Woods konferansında John Maynard Keynes’in “bancor” adını verdiği bir dünya parası önerisi reddedildi. Amerikan Doları altına dönüşebilir tek para olarak dünyanın rezerv parası haline geldi. 1971’de ABD’nin doların altınla bağını kestiğini ilan etmesine karşın günümüze kadar da bu statüsünü korudu.

Diğer bir ifadeyle, gerek uluslararası ticarette gerekse de küresel finansal işlemlerde dolar bir değer ölçüsü, bir değişim aracı, yatırım ve tasarrufların gerçekleştiği para birimi olma özelliğini sürdürüyor. Uluslararası Ödemeler Bankası’na (BIS) göre bir günde ortalama 6,6 trilyon dolarlık döviz ticareti gerçekleştirilirken, bu işlemlerin yüzde 88’inin bir ayağında ABD Doları var. 11 trilyon dolarlık dünya merkez bankaları rezervlerinde avronun yüzde 28 payına karşın doların yüzde 62’lik ağırlığı bulunuyor.

Bir ülkenin para biriminin rezerv para niteliğini taşıması sözleşmelerin büyük ölçüde o para üzerinden bağıtlanması, emtia fiyatlarının o para biriminden belirlenmesini sağlar. Böylelikle o ülkenin parasıyla banknot tutulması sayesinde havadan senyoraj geliri sağlaması, çok ucuza borçlanması, küresel piyasaların gereksinim duyduğu likiditeyi arz ederken sorun yaşamadan dış açıklar vererek ekonomik büyümeye katkı sağlaması kolaylaşır. Nitekim 20 Mart 2020’de ABD Merkez Bankası FED aralarında Meksika, Brezilya ve G.Kore’nin de bulunduğu çok sayıda merkez bankasına swap hatlarıyla likidite sağlayarak piyasaları rahatlattı. Bilindiği gibi çok arzulamasına karşın Türkiye’ye bu olanak tanınmadı.

ŞİMDİLİK DOLARA RAKİP ÇIKMADI

Ünlü ekonomi yorumcusu Muhamet El-Erian’a göre doların düşüşü kısa vadede ABD ekonomisi için olumlu bir gelişme. Ekonomi ders kitaplarından da bildiğimiz gibi zayıflayan dolar Amerikan üreticilerinin yabancı rakiplerine göre uluslararası ve iç piyasada rekabet gücünü artırır, ülkeyi yabancı yatırımcılar ve turistler için daha çekici hale getirir, yerli şirketlerin deniz aşırı coğrafyalardaki karlarının dolar karşılığını yükseltir. ABD hisse senedi ve tahvil piyasaları açısından da menkul kıymetlerin yabancı paralar cinsinden fiyatını ucuzlatarak cazibesini artırır. (The Guardian 12 Ağustos 2020). Nitekim Amerikan hisse senedi endekslerindeki aşırı yükseliş El-Erian’ın bu analizini doğruluyor.

Ancak eğer doların bu erozyonu sürerse ABD parasının yukarıda özetlediğimiz ayrıcalıklı statüsü tehlikeye girer. Parasal konularda otorite kabul edilen Kaliforniya Üniversitesi’nden Barry Eichengreen’e göre ABD dolarının hükümdarlığının kolay sona erecek görünmemesinin başlıca nedeni, şimdilik bir alternatifinin olmaması. Avro cinsinden varlıklar farklı ulusların riskini barındırdığı için güçlü bir seçenek görünmüyor. Yuan ise Pekin ile Washington arasında bu gerginlik sürerken hiçbir batılı hükümet yurttaşlarını Çin parası tutmaya teşvik etmeyeceği için güçlü bir seçenek değil (The Guardian 13 Ağustos 2020).

Kasımdaki başkanlık seçimleri, dünyadaki jeopolitik yarılmalar, Çin’in Tek Yol Tek Kuşak projesinin başarısı, Covid-19 pandemisinin ne zaman alt edilebileceği gibi etmenleri denkleme dâhil etmeden doların geleceği hakkında âhkam kesmek olanaklı değil. Ancak şimdiye kadar hiç görülmediği kadar doların saltanatının tartışma konusu edildiğini, bunun da dolara ilişkin beklentileri olumsuz etkilediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Nitekim Amerikan yatırım bankası Morgan Stanley’in geçen hafta yayımlanan bir araştırması, 2030’a kadar küresel döviz rezervlerinde Çin Yuanı’nın ağırlığının yüzde 5 ila yüzde 10 arasında değişebileceğini öne sürüyordu. Halen merkez bankası rezervlerinin sadece yüzde 2’si yuan cinsinden tutuluyor. Eğer bu öngörü gerçekleşirse, Japon Yeni ve Britanya Poundu’nu geride bırakarak dolar ve avronun ardından Çin parası üçüncü sıraya yerleşmiş olacak.

ZAYIF SEYREDEN DOLAR TÜRKİYE'NİN LEHİNE

Yazıyı bitirmeden küresel döviz piyasalarındaki son gelişmeleri Türkiye ekonomisi açısından kısaca değerlendirirsek; ihracatın yüzde 47,3’ü avro, yüzde 45’i dolar, ithalatın ise yüzde 30,5’i avro, yüzde 62,9’u dolar cinsinden yapılıyor. Bu nedenle dolar/avro paritesinin yükselmesi Türkiye’nin dış ticareti açısından olumlu anlam taşıyor. Diğer bir ifadeyle avro cinsinden yapılan ihracatın dolar karşılığı daha fazla artarken, avro üzerinden ithalattaki artış daha sınırlı kalıyor. Buna karşın döviz tevdiat hesaplarının yüzde 54,7’si dolar, yüzde 23.5’i ise avro cinsinden tutuluyor. Bu kulvardaki dolar tercihi pek değişmemiş durumda.