20 yıllık AKP iktidarı, Türkiye Cumhuriyeti’ni garip bir duruma soktu. Bir ülkenin gelir ve giderini düzenleyen bütçe, aynı zamanda o ülkenin rejimini de belirler. Uygulanan sistemin adı, gelir kaynaklarının ne olacağı ve giderlerin kimin çıkarı için yapılacağına bağlıdır. Yönetimler, oluşturdukları bütçeyle tercihlerini ortaya koyarlar. Alınan vergiler ve oluşan diğer kamu kaynakları, ülkenin gelişmesiyle, yurttaşların güven, refah ve mutluluğuyla doğrudan ilişkilidir. Yapılan harcamadaki tercih ise bütçe hakkının kimde olduğuna bağlıdır. Maalesef AKP’nin yarattığı ucube sistemde Meclis’in bütçe yapma hakkı elinden alınmıştır! Çünkü bütçeyi yapan da harcayan da “tek adamdır!”

***

Özal’la başlayan neoliberal ekonomik model; gelir kaynağı olarak emeğin yarattığı değere göz diker ve ilk olarak onu vergilendirir! Sermayenin elde ettiği kârdan pay almaz. Giderlerin ortaya çıkardığı bütçe açığını da sermayeden alınan borçla kapatır! Yani devleti, sermayeye sürekli borçlu ve dolayısıyla bağımlı hale sokar.

***

Temel anlayış bu olunca, piyasanın sermaye etrafında dönmesi ve sermayenin siyaseti belirlemesi doğallaşır ve yönetim biçimini belirleyen tek güç haline dönüşür! Siyasal yönetimin yargıyı da yönlendirmesiyle, emeğin çok çalışıp, az kazanmasına ve kazandığından da çok vergi ödeyerek daha da yoksullaşmasını neden olur. Sonuç; yoksullar daha yoksul, varsıllarda daha varlıklı hale gelir! İnatla yapılan faiz indirimleri, Türk parasının değerini yok ettiği gibi, ülkenin sermayeye olan borçlarını daha da artıran, bilinçli bir uygulamadır. Yani, başta emek olmak üzere ülkenin tüm varlığının, kurum ve kuruluşlarının sermayeye teslim edilmesidir!

Tüm bu değerlendirmeler ışığında faiz indirimi, çaresizlikten değil, AKP iktidarının özellikle sermayenin daha da büyümesi tercihi sonucudur. Yapılan, yurttaşların kalıcı yoksullaşmasının bilinçli yöntemidir. Kısaca AKP insanların sömürülmesine göz yumuyor!

***

Ülkemizin en önemli ekonomistlerinden biri olan Prof. Dr. Mustafa Durmuş, ”2023 bütçesine sadece mali bir anlam yüklenmemeli, toplumsal gelir/gider yönetimiyle, servet dağılımının belirlendiği temel bir yöntem olduğu da bilinmelidir” der ve “İstenilirse, yoksulluğu yok edebileceği gibi servetin farklı sınıflara aktarılmasını da sağlayan önemli bir güç olduğuna” dikkat çeker.

***

Bu gerçekten hareketle Prof. Mustafa Durmuş, önemli bir örnek vermektedir. Paylaşmak isterim:

“İspanya’daki sosyalist hükümet, ülkedeki bankaların faiz ve komisyon gelirleri üzerinden yüzde 4,8’lik bir vergi alarak, 2 yılda 3 milyar avro gelir bekliyor! Elektrik şirketlerinin satışlarından ise yüzde 1,2 vergi alarak 4 milyar avro olmak üzere toplam, 7 milyar avro gelir elde etmeyi hedefliyor.”

Hükümet, tepkilere rağmen, uygulayacağı “aşırı kâr vergisi ile bu iki sektörü vergilendirerek yeni bir kamu geliri yaratıyor, böylece halkın “yaşadığı maliyet krizini” hafifletmeye çalışıyor!

***

Prof. Durmuş ibret verici bir karşılaştırma yaparak İspanyol iktidarının aksine AKP’nin “politika faizini indirerek” bankaları ve de enerji sübvansiyonları vererek elektrik enerjisi dağıtım şirketlerini desteklediğini gözler önüne seriyor. İspanya hükümeti, en büyük bankaları olan BBVA’dan ilave vergi almayı planlarken, AKP aynı bankayı (Türkiye’deki adı Garanti BBVA) faiz indirimi ile ödüllendiriyor!”

***

Bütçenin yapılmasında harcamalar kadar önemli olan alınacak vergilerdir… Vergilerin yani gelirin, nereye ve nasıl harcanacağına “bütçe yapma” hakkına sahip olan karar verir. Bu gerçek ta, 13. asırda yani 1215 tarihinde, “İngiltere kralının yetkileri hususunu karara bağlayan” Magna Carta Libertatum anlaşmasıyla bilinmekteydi. Bütçe yapma hakkı, toplum ve insanın yaşama güvencesinin temeli ve birlikte yaşamın en önemi çimentosudur.

***

İngiltere Kralı Yurtsuz John, başa geçtiğinde kaybedilen toprakları geri almak için açılacak savaş adına halktan vergi topladı. Sadece vergiyle kalmadı, mahkemelerde rüşvet verilip alınmasına müsaade etti. Sarayın belli ofislerini sattı, yani özelleştirdi. Kazandığı savaşlar sonrasında önce Yahudilerin varlığına, sonra papazların gelirine el koydu, daha sonra da baronların vergilerini arttırdı. Elde edilen parayı da istediği gibi harcamaya başladı. Sonunda bu keyfi yönetim nedeniyle, halkla birlikte isyan eden baronlarla, Magna Carta Libertatum anlaşmasını yapmak zorunda kaldı.

***

Magna Carta’nın 39. Maddesi; “Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır” der! Aslında anlaşmanın maddeleri; sadece demokrasiye atılan ilk adım olmakla kalmıyor, yalnızca barışı ve insanların varlığını korumanın yanı sıra “bütçe yapmahakkını da kraldan alıyor!

***

800 yıl önce insanlar, verdikleri vergilerin hesabını sorarken bugün ne yazık ki bizler, bu hesabı sordurmayan bir rejimde yaşıyoruz! Acı olan ise bu haksızlığa hiç ses çıkarmıyor olmamız!