Ne sağcıyım ne solcu…

1983’te tıp fakültesini bitirip, çektiğim mecburi hizmet kurasında Gaziantep Oğuzeli ilçesinin tek doktoru olacağımı öğrendiğimde, beni nelerin beklediğini pek bilmiyordum. Karşılaştığım sayısız tıbbi ve sosyal olayla şaşırarak, epeyce deneyim kazandığım o dönemde en etkilendiğim gözlemlerim çocuklar hakkındaydı.

Kalabalık, yoksul ailelerin hayatında çocukların yerini düşündüren, bir anlamda ezberimi bozan bir durumu aşı kampanyası sırasında yaşamıştım. Aşılama için gittiğim Gaziantep’in Barak ovası köylerinde, neredeyse her köyde, ekibimi inekleri, tavukları aşılamaya gelen veteriner ekibi sanıp önce sevinçle karşılayan köylüler, çocuklar için geldiğimizi öğrenince suratlarını asıp, arkalarını dönüp gittiğinde önce meseleyi anlayamadım.

Çocuk sağlığı tarihine bakınca, kapitalizmin ‘vahşi’ döneminin sonlarına ve hümanistik yaklaşımların ortaya çıkışına değin, çocuk sağlığının pek de önceliklendirmediği görülebilir. Çocukların gerçek sağlık ihtiyaçlarının yetişkinlerinkinden sonraya bırakılması (yavaşça değişen) binlerce yıllık bir alışkanlıktı. Çocuklarını sevip sevmemekle ya da değer verip vermemekle doğrudan ilgisi olmayan bu alışkanlıkların etkisinin, hele yoksul, çok çocuklu ailelerin hayatında, bir çırpıda ortadan kalkmış olmasını beklemek, safça bir şehirli ve tepeden bakan hekim duruşu olurdu. Aşılama yapan hekim, hemşire, ebe ve sağlık memurları yıllar içinde bu alışkanlığa ne tepeden baktılar, ne de durum böyledir diye kabullendiler. Ülkemizde artık kızamıktan onbinlerce bebek ölmüyorsa, bunu çocuk sağlığına kendini adamış onbinlerce sağlık çalışanının son 30 yılda aşılama için gösterdiği çabaya borçluyuz.

Sol-muhalif söylemli basında sağlıklı yaşam bilirkişisi olarak fikirlerini belirten, aşılara (ya da modern tıbba) karşı olma üzerine kimlik inşa eden birçok kişi yoksul köylerde yaşamıyor, belki de, köyle ilişkisi kargoyla doğal besin getirtmekle sınırlı (tamam, bu agresif bir cümle, ama çıkartmayacağım). Aşıların çocuklara zarar verme olasılığının hastalığın kendisinin yol açabilecekleri ile kıyaslandığında neredeyse yok sayılabilecek düzeyde olmasını önemsemeden, “ama benim deneyimim şöyledir” , “bilim de endüstrinin hizmetinde zaten” diye konuşan sol görünümlü gurular ve risk ile hakikati karıştırarak “aşıların zararları” üzerine konuşmaya hazır “muhalif” hekim ya da bilim insanları nasıl bir ideolojik-politik yerde duruyorlar?

Son on yıl gibi “biz de aslında solcuyuz” demenin muteber olmasına sevinsem mi üzülsem mi olduğum bir dönemde (“solculuk kimsenin tekelinde değildir”, doğru) benzer kafa karışıklıklarının ana vatanı ABD’de aynı konuları ele almış yazarların (Chris Mooney, ya da Richard MacRaney gibi) makalelerinden yararlanarak bu politik durumu anlamaya çalıştım. Onlar da Dan Kahan (Yale), Jonathan Haidt (U Virginia) ve Joshua Green (NYU) gibi akademisyenlerden yararlanmışlar. Bu akademisyenlerden daha önce benim de zaman zaman yararlanmışlığımı düzenli okurlar hatırlayabilirler.

Aşı/tıp karşıtlığı üzerine kimlik inşa etmiş kesimin görüşlerini ödünç aldıkları ABD’de kanıtlar ne olursa olsun kendi bildiğini okuyup “iklim değişikliği yoktur, bilimsel kanıtlar çelişkilidir” ya da “Bush bile aksini söylese inanmaya devam ediyoruz ki, Saddam ile ElKaide ortaktılar; ayrıca Irak’ta kimyasal kitle imha silahları vardı” ya da “kürtaj sırasında annenin sağlığı mahvolur” veya “Obama gizli Müslümandır” diyenler iyi kötü hep aynı kişiler; Cumhuriyetçi Valiler, “silah özgürlüğün teminatıdır” diyen ırkçı NRA yöneticileri vb vb. Bu aşırı sağcı kimlik tespitine dayanarak aşılar hakkında orada veya burada söylenenler, söyleyenler sağcı olduğu için zaten yanlıştır genellemesinden hemen uzaklaşmalıyım. ABD’de aşı-otizm ilişkisini ilk ortaya atan Robert Kennedy, Jr. da ABD ölçülerinde solcu olan (ve belki de birçok konuda aynı fikirde olabileceğimiz) birisiydi. Solcu kimliktekilerin de birçok durumda bilim dışı olabildiğini (Neden olmasın? Aynı zamanda insani bir yanılgıdan söz ediyorum), sağcı kimliktekilerin de pekala bilimsel duruşu sergilediğini görerek zihnimizin kendi kendini yanıltıcılığının siyasi ayrımları aşabildiğini akılda tutmalıyız. 2014’de yayımlanan Dan Kahan’ın kaleme aldığı makale aşı karşıtlığının sağ-sol ayrımı yapmadığını ortaya koydu, böylece bu iş siyasi çatışma meselesi olmaktan çıktı. Solculuk da (sağcılık da, aslında) böylece bu konuda aklanmış oldu.

Barak ovasındaki köylere aşılama için tekrar gitsem, veteriner olmadığımı anlayınca suratını asan köylüler hâlâ orada mıdırlar? Oğuzeli’nde tek başıma bir yıl çalıştığım sağlık ocağına geçen yıl gidip gördüğüme bakarsam, oradalar, ama aşılanmama gibi bir olasılığı düşünmek bile istemiyorlar. Çocukların kızamıktan, kabakulaktan kırılıp aralarından sadece dayanıklıların hayatta kaldığı bir yaşam düzeni siyasetler ötesi reddedilen bir durum.

(Yazının sonunda bir yarım hatta çeyrek kalmışlık hissi doğduysa, bir açıklama: Önümüzdeki sayılarda bu konuda değişik zamanda yazdıklarımdan yararlanarak konunun gerisini getireceğim. Özellikle bilimsel verilerin neden ikna edici olamadığına, gerçekleri görmemenin evrimsel değerine, medyada bilim ile antibilimin denkliğinin ne tür ölçütlerle sınanabileceğine, aşı karşıtlığının iklim değişikliğini yadsımayla farklarına, çocuklarımıza ilişkin korkularımızın aklımızın işleyişini nasıl etkilediğine değinmeye çalışacağım)