Tahir Elçi gideli iki yıl oldu bugün. Daha doğrusu, aramızdan alınalı.

Telefonumda numarası hâlâ kayıtlı. Bir duruşma sonrası ya da Diyarbakır’daki bir olayla ilgili ilk aradığım avukattı. Her aradığımda açar, “vaktim yok”, demez, konuyla ilgili hem bilgi verir hem korkusuzca düşüncesini söylerdi.

Kendisiyle en son, gözaltından bırakıldıktan sonra konuşmuştuk. TV’deki sözleri nedeniyle gözaltına alınıp Diyarbakır’dan İstanbul’a getirilmiş, ifadesinin ardından serbest kalmıştı.

O son konuşmamızda şöyle demişti: “Bugün ifade özgürlüğünün ne boyutta olduğunu, yargının ifade özgürlüğüne yaklaşımını da görmüş olduk. Bugün olanlar, Türkiye’deki demokrasi ve ifade özgürlüğü açısından ibret vericiydi. İktidarın ve belli bir siyasi partinin belirlediği sınırlarda konuşmadığımız zaman karşımıza yakalama kararı, ceza soruşturması çıkıyor.”

Dava kendisiyle ilgili bile olsa, durumu korkusuzca değerlendirmişti. Daha önce de birçok kez kamu görevlilerinin işlediği cinayetlerin üzerinin nasıl kapatıldığını başka başka davalarda anlatmıştı.

Mesela, 12 yaşındaki Nihat Kazanhan’ın ölümüyle ilgili soruşturmaya acilen getirilen kısıtlama kararını anlatırken, “Bir çocuğun ölümünde gizlilik kararıyla ne saklanır?” diye sormuştu:

“Yargının tarafgir yaklaşımı, sanıkları veya şüphelileri koruyucu yaklaşımı, adeta örtülü bir sözleşmenin uygulanması gibi duruyor. Yargı, devlet aleyhine işlenen suçlarda devleti koruyan, devlet görevlilerinin fail olduğu durumlarda faili koruyan bir tutum içerisinde. Çocuk ölümü gibi bir olayda mağdur avukatlarından saklanacak ne var? Mağdur avukatları ellerindeki bilgileri savcıyla paylaşırsa gerçeğe ulaşmak daha mümkün. Ne saklanıyor?”

Elçi’nin avukatı olduğu diğer mağdurların şikâyetleri de ya takipsizlikle sonuçlandı ya açılan davalar beraatla bitti. Tam da onun söylediği gibi, devlet, görev verdiklerini korudu:

Şırnak’ın Kuşkonar ve Koçağılı köyleri 26 Mart 1994’te F-16’larla bombalandı, 38 köylü öldürüldü. Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı, olayın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle dava açılmamasına kararı verdi.

Şırnak’ın Cizre ilçesinde 1993-1995 yılları arasında 21 insan öldürüldü. Gözaltında kaybetme ve yasadışı-keyfi infazın yanı sıra suç işlemek için örgüt kurmak suçlarından yargılanan dönemin Cizre İlçe Jandarma Komutanı, emekli Jandarma Kıdemli Albay Cemal Temizöz ile diğer tüm sanıklar beraat etti.

Şırnak’ın Uludere ilçesindeki Roboski ve Gülyazı köylerinden, 28’i aynı aileden 34 kişi savaş uçaklarının bombardımanıyla 28 Aralık 2011’de öldürüldü. Yine Genelkurmay Askeri Savcılığı takipsizlik kararı verdi.

Diyarbakır’ın Lice ilçesinde 22 Ekim 1993’te 16 kişi öldürüldü, çok sayıda ev ve işyeri yakıldı. Yüzlerce kişi göçe zorlandı. Öldürülenler arasında Tuğgeneral Bahtiyar Aydın da vardı. Sanıklar tutuklanmadığı gibi duruşmalara bile katılmıyor, davanın akıbetini tahmin etmek zor değil.

Örnekleri sayfalarca uzatmak mümkün ama gereksiz. Çünkü sonunu bildiğimiz bir filmi izliyor gibiyiz. Şimdi Tahir Elçi’nin cinayeti faili meçhul bırakılmak isteniyor.

Sokak ortasında, kameralar çekimdeyken vurulup öldürüldü, iki yıl geçti, soruşturma dosyasında bırakın failin belirlenmesini, nasıl ve neden öldürüldüğü konusunda bilgi yok. Dosyadaki bilirkişi raporunda, “ölümüne neden olan atışın hangi silahtan, hangi açıyla, hangi vücut pozisyonu ile nasıl gerçekleştiğinin bilinemeyeceği” yazıyor.

Şimdi sorma sırası bizde: Tahir Elçi’nin ölümüyle ilgili dosya neden bomboş? O dosyada olmayan gerçekler nedir? Ne saklanıyor?