Birleşik Haziran Hareketi’nin #kapatgitsin şeklindeki televizyon kapatma kampanyasının duyurularını okuduğumda evdeki televizyonla biraz bakıştık. Sonra en son ne zaman normal televizyon yayını izlediğimi hatırlamaya çalıştım. En son Beşiktaş maçının ikinci yarısını canlı izlemiştim. Çünkü birinci yarısında yoldaydım, telefondaki canlı yayından takip etmiştim. Eve gelince de ekranı büyütmek için televizyondaki yayına geçmiştim. Sonraki televizyon açtığım an ise yattığım yerde tablette takılırken sosyal medyada Muharrem İnce, CnnTürk’te canlı yayına bağlandı dedikleri andı.

İnce’nin ince ayarını ve dosdoğru medya eleştirisini izledikten sonra televizyonu yeniden kapatıp sosyal medyaya döndüm. Oradan sıkılınca da dizi ve filmleri yayınlayan meşhur platforma seyirttim ve ekran yine büyüdü (ki TV kumandasında kendi logosuyla tuşu var). Buradan çıkardığım hisse, televizyon artık benim için sadece bir ekran büyüklüğü konusuydu. Çok ekranlı yaşıyordum.

Kitleleri kendim gibiler üzerimden değerlendirmek gibi bir yanılgıya düşmeyeceğim, Birleşik Haziran Hareketi’nin farkındalık kampanyasını da önemsiyor ve bu kampanyanın amacının geleneksel medyadaki tekelleşmeye dikkat çekmek olduğunu anlıyorum. Ancak bu tip kampanyaların farkındalık yaratma ötesinde bir sonucu olup olmayacağını tartışmak isterim bu haftaki Köşe Vuruşu’nda.

Televizyon ölmedi
İnternetin ve sosyal medyanın yükselişiyle birlikte en sık döndürülen öngörü artık televizyonun da tıpkı basılı gazeteler gibi yavaş yavaş eriyeceği şeklindeydi. Son yıllarda bunun böyle olmayacağı fark edilmeye başladı. Harvard Üniversitesi’nin NiemanLab isimli gazetecilik laboratuvarında 2018’in gazeteciliğiyle ilgili öngörülerden biri, sanılanın aksine televizyonun ölmediği, kazandığı şeklindeydi. İranlı medya analisti Hossein Derakhshan imzalı bu öngörüde televizyonun kazanışı, internetin aslında televizyona dönüşmesiyle açıklanıyordu. İnternet artık bir Neo-TV’ydi. Düşününce evet, çok şey videolar üzerinden dönüyor sadece akışa müdahil olabiliyoruz. Araç olarak TV’yi kapatmak kolay elbette ama aslen bir Neo-TV olan interneti kapatabilir miyiz? Düşüncesi bile fantastik.

Televizyon: Öldüren eğlence
Neil Postman, belki de alıntılanmamış cümlesi kalmayan Televizyon: Öldüren Eğlence (Türkçe’de Ayrıntı Yayınları, 1994) klasik kitabında 1984 yılında Amerika’da yapılan bir aylık “TV KAPAMA” kampanyasından söz açar. O yıllar, televizyonun etkilerinin enine boyuna tartışıldığı yıllardır. Times’ın haberine göre “düğme kapama” kampanyası medyada geniş yer almıştır. Kampanya katılımcılarından biri kampanyanın medyada geçen yılki kadar çok yer alıp almayacağını merak etmektedir. Postman buradaki ironik duruma dikkat çeker. “İnsanların televizyon izleyerek televizyon izlemekten vazgeçmeleri gerektiğini öğrenecekleri” umulmaktadır. Birleşik Haziran Hareketi’nce başlatılan TV kapama kampanyasının artık bir Neo-TV olan sosyal medyada duyurulması, sosyal medyada dikkat çekip trend olmasıyla ilgili yansımaları okuduktan sonra tam da Postman’ın bu ironik hatırlatması aklıma düştü. Zaten klasik anlamda televizyon izlemekten vazgeçmiş bir kitle, neden vazgeçtiğini hatırlıyordu.

Bazı Türkiye gerçekleri
Konda’nın Baran Alp Uncu tarafından hazırlanan ve yenice yayınlanan Seçmen Kümeleri isimli çalışmasında Türkiye geneliyle AKP seçmeni karşılaştırılıyor. Buna göre AKP seçmenlerinin %36’sı hiç internete girmiyor. Türkiye genelinde bu oranın %29 olduğu düşünülürse, internete Türkiye genelinden daha uzak bir kitleyle karşı karşıyayız. Tüm AKP seçmenlerinin %14’ü Twitter %44’ü Facebook kullanırken bu oran Türkiye genelinde Twitter için %20, Facebook için %51. Aslında bu oranlar, botlar ve troller devreye girmeyince, sosyal medyada muhalefetin neden üstün geldiğini anlamak için de bir veri. Bu insanlar haberi hangi televizyonlardan alıyor derseniz, AKP seçmenlerinin haberleri izlemeyi en fazla tercih ettiği televizyon kanalları sırasıyla %26 oranıyla ATV, %19 ile TRT ve %17 ile A Haber. Bu araştırmaya göre Türkiye geneline baktığınızdaysa en çok haber izlenen kanal %19 ile Fox Tv çıkıyor. Oysa Fox Tv’nin AKP seçmenindeki karşılığı %4. Yani kutuplaşmanın boyutları araştırmaya da yansıyor.

TRT’ye ayrı parantez
Benim bu tarz araştırmalarda asıl önemsediğim taraf TRT. Çünkü TRT’yi elektrik faturalarımıza, televizyon hatta akıllı telefon alışverişlerimize bile yansıyan vergilerle hepimiz finanse ediyoruz. Aynı araştırma, o TRT’nin haberlerinin Türkiye genelindeki izlenme oranını %9 olarak veriyor. Bu oran AKP seçmeninde %19. Yani haber konusunda Türkiye genelinin %91’ine hitap etmeyen bir TRT var. Halk, parasını kendi ödediği kanalı çoktan kapatmış. Çünkü yanlı yayın yapmayı geçtik, Türkiye’de ikinci bir parti yokmuş gibi hareket eden bir yayın politikası var.

AKP seçmenine hitap edilebilir mi?
“BHH’nin TV kapatma kampanyası neden sadece muhalefete hitap etsin belki iktidar partisine oy verenlere de ulaşabilir?” sorusu tartışma konusu yapılabilir. Bunun çok gerçekçi olmadığını görmek zor değil. Yukarıdaki araştırmanın haber izleme sonuçları da gösteriyor. Ancak yine aynı araştırma diyor ki, AKP seçmenlerinin %20’si duruma göre bazen medyaya baskı yapıldığını düşünüyor, %36’sı bazen baskı yapıldığı kanaatine sahip. %44’ü baskı yapılmadığını düşünse de, AKP seçmeni içinde en az %20’lik bir kesim, medyada bir şeyler döndüğünün farkında. Ayrıca sosyal medyaya erişim kısıtlamaları nedeniyle rahatsızım diyen bir %20’lik AKP seçmeni de var. Bu rakamlar kritik. Hem gençlerin neden AKP’den uzak olduğunu açıklıyor hem de kutuplaştırıcı iletişim olmadığında belki de tercihini değiştirecek bir kitle olduğunu fısıldıyor. Bu yüzden BHH’nin kampanya açıklamalarındaki en önemli kısım bence, “Çayları Demle Komşu Misafirliğe Geliyoruz” vurgusu. Çünkü medyayla ve sosyal medyadan atar yaparak ikna edilemeyecek bir kitle söz konusu. Kampanya medyadaki eşitsiz dağılımı yüz yüze anlatmak için bir fırsat olabilir.


Kampanyayı düzenleyenler farklı düşünüyor olabilir ama benca BHH’nin #KapatGitsin kampanyası aslen TV’leri kapatmayı değil, bir kesim tarafından neden kapatıldığını hatırlama işlevi taşıyor. Aslında TV boykotu, normal ülkelerde reklamverenler üzerinde etkili olur ve reklam kısıtlamalarına yol açabilir. Ancak Türkiye’de tv’lerin kârlılığı gibi bir şey pek söz konusu olmadığı, çoğunun zaten farklı şekillerde finanse edildiği, hatta en büyük reklamverenlerin de devlet iştirakleri olduğu düşünülünce bu tarz boykotların ekonomik sonuçlar vermesini beklemek nafile olur. Bu kampanya bir hatırlatma ve farkındalığı artırma kampanyası olarak okunabilir. Çünkü ne televizyonlar kapattım zaten kapalıydılar…