Göçmenliğin özellikle de siyasi göçmenliğin en önemli nedeni askeri cuntaların, sivil diktatörlerin erke el koymaları ve baskıyla zulümle iktidarlarını sürdürmek istemeleridir.

Ne yaparsınız milyonlar sınırı geçtiğinde…

Çekoslovakya’yı, Avusturya’yı hızla istila ve ilhak eden Hitler’in ordularının Balkanlar’a inmesi uzun sürmedi. Türkiye sınırının öte yakasında artık Alman askerleri vardı. Savaşın dışında kalmak için çabalayan Türkiye’nin ne yapacağını hem Hitler Almanyası hem de müttefikler merak ediyor, genç cumhuriyeti taraf tutmaya zorluyorlardı. Türkiye’de de Hitler hayranı ırkçılar, müttefiklerden yana olanlar ve Nazi Almanyası’nın felaket demek olduğunu iyi bilen, Nazi yanlılarının baskısı altında var olmaya çabalayan barışçılar vardı. Daha sonra Nazi orduları Sovyetlere saldırdığında barışçıların umutları güçlenecek, büyük savaşın Nazilerin zaferi ile biteceğine inananların süngüsü düşecekti. Ama o günlere çok zaman, çok ölüm vardı. 1941 yılında Alman orduları Trakya’ya yaklaştığında halk önlem almanın yollarını düşünmeye başlamıştı. İşte o günlerde kasabalılar, köylüler, kentliler sınırdan içerilere doğru göç etmeyi düşündüler, göç kervanları oluşmaya başladı.

Unutulmuş yazar İlhan Engin’in unutulmuş romanı “Göç Yolları Tıkadı” o günleri anlatır. Faşizme, otoriter yönetimlere, ırkçılığa kucak açan ülkeler, yani zengin Batı ve Kuzey ile yoksul Doğu ve Güney’in büyük çelişkisi, zamanımızın büyük göç gerçeğinin, koyulaşan karanlığın hikâyesidir. Ama aynı zamanda sınıf mücadelesinin öne çıkan biçimlerinden, tezahürlerinden birinin de resmini çizer.

Neden göç eder insanlar, nerden yurtlarını, yuvalarını bırakıp bilmedikleri topraklara, coğrafyalara, ülkelere gitmeye çalışırlar? Neden ölümü göze alarak yoksulluklarını bir küçük torbaya doldurup denizlere atarlar kendilerini. Pek çok nedeni var. Bildiklerimizi sayalım da bu nedenlerin ortak paydasını bulmak daha kolay olsun.

AYLAN BEBEKLER NEDEN ÖLÜYOR?

Kimileri yoksul ülkelerde nüfus atışını göçlerin temel nedeni sayar. Onların söylediğine bakarsanız dünyanın bir bölümünde artan nüfus ile zengin ülkelerde nüfus artış hızının duraklaması en önemli nedendir. Örneğin tarihçi Eric Hobsbawm bu durumun bir belirsizliğe işaret ettiğini şöyle anlatır: “Dünyanın bir bölümünde insanlar artık üremezken, diğer bölümünde büyük bir nüfus fazlası ve dolayısıyla potansiyel bir göçmen kitlesi var. Şu anda yaşadığımız durum budur ve biz ilerde ne olup biteceğini pek bilmiyoruz.” (Yeni Yüzyılın Eşiğinde, sf.161, Yordam Kitap) Kuşkusuz Hobsbawm öteki faktörlere de dikkat çekiyor ama asıl olanı anlatmaya yetmiyor nüfus artışı.

Biz başka nedenler aramayı sürdürelim öyleyse.

Savaşlar olabilir mi?

İnsanlar evlerinde, yurtlarında yaşayıp giderken tepelerinde bombaların patlamasını, ölümün eşlerini, çocuklarını avlamasını istemezler. Nedeni ne olursa olsun bir yerde silahlar konuşmaya, toplar gürüldemeye, savaş uçakları göklerden ölüm yağdırmaya başlamışsa, insanlar yurtlarını, yuvalarını terk ederler. Kendilerine yeni yurtlar, sığınacak topraklar aramaya çıkarlar. Savaş neden çıkar peki? Kimi devletlerin bir zamanlar yine güçle çizilmiş sınırlarını genişletmek istemesinden, başkalarının topraklarındaki zenginliklere el koyma hevesinden, kendilerince stratejik buldukları bölgelerdeki egemenliklerini genişletmek niyetinden doğar savaşlar. Zengin ve güçlü olanlar uydurma nedenlerle başka ülkelerin topraklarına dalarlar. Bir zamanlar bizim ülkemizi de böyle bir maceraya sürüklemek ortak etmek istedikleri ABD’nin Irak’a saldırısı işgali böyle bir örnektir. O günlerde on binlerce Kürt Iraklının ülkemize sığındığını anımsamıyor musunuz? Şimdi başımıza gelen heves ve basiretsizlik nedeniyle sürüklendiğimiz tuzak da böyledir. Göçlerin en önemli nedenlerinden birisidir savaş.

GÖÇMEN PAZARI KURULDUĞUNDA

Peki, savaş?

İç savaş da bir savaştır. Dünyanın pek çok bölgesinde iç savaşlar insanları oradan oraya sürükleyip duruyor. İnsanlar savaşan taraflardan birini haklı bulsalar da orada kalamıyor, yaşamak için ölümü göze alıyor, varlarını yoklarını ölüm tacirlerine kaptırarak denizlere atıyorlar kendilerini. Çoğu zaman emperyalistlerin saldırılarını gizlemek için bağımsız ülkelerde ayrılıkları kışkırttıkları, içeride birilerini kendilerine vekil tuttukları savaşlardır iç savaşlar. İnsanlar bu tür saldırılar karşısında çaresiz kalır, önce en yakın sınırlara ulaşmaya, iç savaşların vahşetinden kurtulmaya çalışırlar. Bizim şimdi yaşadığımız Suriyeli göçmenler sorunumuz da böyledir. Suriye’deki rejimi sorgulamak değiştirmek ya da değiştirmemek Suriyelilerin işi olduğu halde onların yerine karar verenler, yüzbinlerce Suriye yurttaşının ülkelerini terk etmelerinin büyük göç dalgasının nedenidirler. Göç başlayınca Türkiye’nin sınırlarını da geçerek Batıda kendilerine yeni bir sığınak arayanlar, kendilerini devlet ilan eden IŞİD şeriatçılarının kafa kestiği, kadınları helal mal saydığı bir vahşetten kaçanlar milyonları bulunca, aceleyle kapılarını kapatan zengin Batı devletleri göç olayını “irdelemeye” başladılar. Sorunun nedeni kendileri değilmiş gibi pazarlığa oturdular.

Baskı, zulüm, zorbalık işkence?

Göçmenliğin özellikle de siyasi göçmenliğin en önemli nedeni askeri cuntaların, sivil diktatörlerin erke el koymaları ve baskıyla zulümle iktidarlarını sürdürmek istemeleridir. İki önemli örnekten söz edelim. Birincisi İkinci Dünya Savaşı yıllarında aydınların Nazi zulmünden kaçmalarıdır. Almanya’yı terk eden bilim insanlarından bir kısmı Türkiye’de yerleştiler, bir kısmı uzak ABD’ye gittiler. Kimileri bu uzun yolculuğu başardı, kimileri yollarda kaldı. 1971’de ülkemizde, 1973’te Şili’de, 1980’de yine ülkemizde askeri darbelerle iktidarı gasp edenlerin zulmü on binlerce kişinin Batı ülkelerine sığınmasına yol açtı.

***

Ama artık hepimiz biliyoruz, göçlerin en önemli, temel nedeni yoksulluktur, sömürüdür. Belki de insanlar kendilerine dayatılmış yoksulluğa isyan ediyor, sömürü çarklarının uluslararası çaptaki hareketine karşı çıkıyorlardır. Ellerinden alınanın nerede zenginliğe dönüştüğünü öğrendikleri için oralara o ülkelere, zengin Kuzey’e ve Batı’ya doğru yola çıkmışlardır. Bunun ille de bilinçle yapılıyor olması gerekmez. Ama şunu biliyoruz artık; sömürdünüz, sömürmeye devam ediyorsunuz, paylaşmaya yanaşmadığınız da ortada, öyleyse biz oraya paylaşmaya, hakkımız olanı almaya geliyoruz. Üstelik biz o kadar çok milyonlarız ki bizi durdurmanız artık imkânsız; bizi ırkçılığınızla, yabancı düşmanlığınızla, “ülkelerine geri göndereceğiz misafirperverliğinizle” de durduramayacaksınız. Bizler sürgünler, hangi nedenle olursa olsun topraklarını terk etmeye zorlanmış göçmenler, bilmediğimiz bir dünyaya doğru her şeyi, ölümü de göze alarak yola çıktık. Edward Said’in sözlerini kendimize uyarlayarak söyleyelim; şu gerçeği biliyoruz: “Bir kere yurdumuzdan ayrıldıktan sonra nereye gidersek gidelim orada hayata kaldığımız yerden devam edemeyeceğiz, o yeni yurdun bir başka yurttaşı olamayacağız” (Entelektüel, Ayrıntı Yayınları, sf.72 ) Orada bizi önce “misafir” olarak gören, “hoşgörüsünün” sınırları belli, evin nedense “gerçek” sahipleri, sonra kademe kademe yabancı düşmanlığı ve nihayet ırkçılık karşılayacak. Ama biz de boş durmayacağız, her gün biraz daha çok, biraz daha milyonlar olarak geleceğiz. Gerçekleri gizleyemeyeceksiniz. Yoksulluğun nedenlerini, zenginliğin kaynaklarını araştırmadan gerçeği aramaya çalışmak işi yokuşa sürmek, yalanı aklamaktır. Göçlerin temel nedeni Güney’in, Doğu’nun hızla yoksullaşması zenginliğin ise Kuzey’de, Batı’da yoğunlaşmasıdır. Bu da açıkça emperyalizmi, kapitalizmi suçlu sandalyesine oturtmayı zorunlu kılar.

Şimdi söylenecek olan yalnızca tek ve kısa bir cümleden ibarettir: Suçlu ayağa kalk!