Ne yapmalı?

İlda Alçay Sepetoğlu

Türkiye’de her şey hızla değişiyor, derinleşiyor. Ama ne yaşanırsa yaşansın her anlamda köklü bir toplumsal krizin içinden geçmekte olduğumuz su götürmez bir gerçektir. İktidardan muhalefete, meclisten sokağa, ekonomiden sağlığa her alan ve kurum iflas etmiş durumda. “Yönetemiyorlar” sloganı, belki de bu sürecin en iyi temsillerindendir. Ancak mesele sadece olguyu göstermekle bitmiyor. Tıkanan muhalefete, çıkışını arayan sokak siyasetine dair tamamlayıcı sorular sormak da gerekiyor.

“Yönetemiyorlar ama…”, “Daha iyi bir iktidar nasıl olacak?”, “Mevcut kriz, yine sistem içi bir restorasyonla mı çözüme kavuşacak?”, “Ya da herhangi bir restorasyon süreci her gün daha da yoksullaştırılan emekçi halk için çözüm üretebilecek mi?”, “Var olan partilere, seçimlere, demokrasiye güven bu kadar azalmışken, sadece çokluğun birliği olarak kurulacak ittifaklara mı razı gelinecek?”, “Yoksa, yine önümüze geleni yaşamaya razı mı olacağız?”

Alternatifsizlik, sadece AKP dönemiyle hissetmeye başladığımız bir sıkışmışlıktan ibaret değil elbette. Kökleri daha derinlerde, 1980’lerde yükselişe geçen Yeni Sağ’ın en gaddar uygulayıcılarından Margaret Thatcher’ın sloganlaşmış çıkışlarından birisine dayanır: “Alternatif Yok”. Oysa Sedat Peker videolarıyla iyice ortaya dökülen çürümüşlük, iktidarın artık yama kaldırmaz bir gemiye dönüştüğünü açıkça ortaya koyuyor. Gelinen noktada, iktidar, sürdürülemez; düzen muhalefeti ise politika üretemez hale geldi. Her yönüyle devrimsel çıkışlara hazır bu boğucu tabloda, ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu, AKP’nin seçimlerde her hâlükârda kaybedeceğine güvenerek “Haydi gel helalleşelim” çağrısıyla sesini duyurmayı tercih ediyor (!)

“Helalleşmek”, gündelik dildeki yaygın deyişle, “sevabıyla günahıyla olana bitene razı olmak, hakkın kalmaması”, yani aslında “bağışlamak” demek. O halde bağışlamanın siyasal alanda politikası da olmak zorunda. En kaba haliyle bu, Erdoğan başta olmak üzere son 20 yıldaki tüm ulusal ve uluslararası anayasal suçlara bulaşmış bir toplamın yargılanma ihtimallerinin ortadan kalkması, Türkiye’de milyonlara karşı yapılmış hak ihlallerinde adaletin sağlanamaması, gaspla ve mafyalaşmayla artan zenginleşmenin sorgulanmaması, devlet ve mafya ortaklığından tutalım da devletin içerisine yerleşmiş her türlü tarikat, cemaat ilişkilerinin halihazırda devam etmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu aslında basit anlamda yalnızca iktidarın devredilmesinden bahsediyor. Tıpkı bakkal defterindeki borçları kapatır gibi al-ver hesabıyla gelin bir dönemi bitirelim diyor. Dahası, siyasal hedefini bunun ötesine koymuyor/koyamıyor.

BAŞKA BİR SİYASET MÜMKÜN

Bunun bir tercih olup olmadığı ileriki bir tartışmanın konusu olarak saklı kalsın. Fakat 20 yıllık AKP iktidarıyla elde birikenler, konunun sadece Erdoğan ve AKP karşıtlığı üzerine inşa edilemeyeceğini açıkça gösteriyor. Aslında, geleceği belirleyebilecek çatlak da tam buradan başlıyor.

Bugün AKP sonrasına dair düzen muhalefetindeki hâkim düşünceler ya rejim krizine odaklanıp olanı işaret ederek ya da iktidarı ele geçirip, yeni yasal güvencelerle adaletsizliğin, haksızlığın, sömürünün yoluna konulacağı bir gelecek tahayyülünü dillendirmek olarak değerlendiriliyor. Öyle veya böyle, her iki yaklaşım da sistem içi restorasyondan başka bir seçenek sunmuyor maalesef.

Türkiye’de mevcut sistem içi muhalefet bağlamında düşünürsek, gelinen aşamada kapitalizmin (hem Türkiye’de hem dünyada) eşitsizlikleri, adaletsizlikleri giderici yeni toplumsal düzenlemelerle ve refah vaatleriyle yaratılan yıkımın onarıcı, mevcut düzenle ittifak kurma çabası, en başından ölü doğmuş bir fikirdir. Nihayetinde, demokratik olmayan yönetim biçiminden, temsil değerini yitirmiş bir siyasal yapılanmadan, insan hakları ihlallerinden veya toplumsal uzlaşının yeniden kurulması zorunluluğundan söz edilirken, genellikle, hemen hemen mafyalaşmış sermayedar kesim içinde var olan güç ilişkilerine ve buradan kaynaklanan çekişmelerin tarihine göndermede bulunulmaktadır. Bu nedenle sözü edilen olguların tarihsel ve sınıfsal bir karakter taşıdığı, yani belli bir üretim sisteminin ve buna denk düşen bir siyasal rejimin doğrudan sonuçları olduğu gerçeği kabul edilmeden politika üretmek çok güçtür.

O halde şu ayrımı net olarak yapmalıyız. Bugün mesele yalnızca siyasi iktidarın politik sahasında manevra yapıp, sağ muhafazakâr partiler ve sol liberallerle iktidara alternatif bir odak kurmak değil, başka bir siyaseti mümkün kılmaktır. Bu bağlamda Türkiye’yi yeniden kurmayı hedefleyen somut bir iradeye ihtiyacımız var. Şüphesiz yeniden kurmak, kapitalizmin toplumsal varoluşun bütün temellerinin yıkımına uzanan bir politikaya dayanır. Bu bağlamda emperyalizme karşı bağımsızlığı, gündelik hayatımızı ve tüm yaşam alanlarımızı kuşatan dinsel dayatmalara karşı laikliği, baskı ve korku siyasetine karşı demokrasiyi, kapitalizme karşı sosyalizmi temel alan emekten, emekçiden yana uzun vadeli, eylemli ve devrimci bir siyasal yol haritası çizilmelidir.

Bu yazı
solsiyaset.org’dan alınmıştır.