Tuhaf şeyler oluyor. "Ummadıkları acılar yaşatacağız" diyen Genelkurmay Başkanları; "ölmediklerine sevinemedim" diyen...

Tuhaf şeyler oluyor. "Ummadıkları acılar yaşatacağız" diyen Genelkurmay Başkanları; "ölmediklerine sevinemedim" diyen Adalet Bakanları, "Türk Cehennemi yaşatırız" diyen Başyazarlar; asker selamı veren futbolcular, askere gitmek isteyen magazin şarkıcıları, futbol yıldızları... Konuşurlarsa ordu evlerine alınmayacakları söylenen emekli generaller, PKK sığınakları yerle bir diye atılan gazete manşetleri, bunu nereden çıkartıyorsunuz diyen Kuvvet Komutanları... Liste uzayıp gidiyor.

Tuhaf şeyler oluyor. Hemen hemen herkes "kapatılmaları hata olur" derken DTP'ye kapatma davası açılıyor. Bir dönemin sorumluları "Kürt dilinin yasaklanması hataydı" derken, "tek dil" diye askeri tören kıtaları yürütülüyor. Başbakan siyaset yolları tıkanırsa dağa çıkarlar diye demeçler verirken siyasal alan bir "linç alanına" dönüşüyor.

Tuhaf şeyler oluyor. Sınır ötesi harekât konusunda "şahinler" kanadında yer alan Bay-kal bir anda çark ediyor ve "sorumlu devlet adamı" rolüne soyunuyor. Demokratik bir açılımın hemen hemen tek zemini olarak görülen DTP ise kendi "ılımlılarını" etkisiz hale getirip "şahin"lerini devreye sokuyor.

Belki de yüzyıldır varlığını sürdüren, neredeyse son çeyrek asırdır Türkiye'nin en önemli sorunu haline gelen Kürt sorunu çözümsüzlük sürmeye devam ettikçe uluslararası arenaya taşınıyor. Bir dünya sorunu haline geldikçe de giderek karmaşıklaşıyor ve "çözüm aktörleri" çoğullaşmaya başlıyor. Bush ve ABD, AB, İran, Irak, İsrail diye uzayıp giden bir listenin ilgi odağına PKK oturuyor.

Oysa bütün bu büyük sahnenin arkasında tam bir insani trajedi var. Anadolu'nun çeşitli kentlerinden kopup gelen gencecik insanlar bir bir, onlarla yüzlerle acımasız bir savaşta ölüyorlar. Her ölüm bu topraklarda yıllarca beraber yaşamış insanlar arasında düşmanlık tohumlarının atılması demek. Aslında yüzlerce kez yazıldı artık "sözün bittiği yerdeyiz" denildi. O nedenle fazla söze gerek yok. Karar vermeliyiz; yüzyıl daha "savaş"mı yoksa "barış" mı?

Kuraldır; siyaset bir güç oyunudur. Ne denli aklıselim olursanız olun sonuçta "güç" olmadıkça kazanmanız olanaksızdır. Kürt sorununun bugün varmış olduğu boyut için de bu kural geçerlidir. Solun sosyal demokrasiden sosyalistlere uzanan varlığı son derece güçsüz olduğu için Kürt sorununda bulunan tek çözüm "savaş" politikalarıdır. Toplumun bütününün "milliyetçi hezeyanların" etkisinde kaldığı koşullarda başka bir yol mümkün değildir.

Bir arada yaşama iradesini güçlendirecek, sorunun barışçıl çözümünü sağlayacak olan solun siyaset arenasında bir güç olarak ortaya çıkmasıdır. Bölgedeki tüm aktörleri kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışan ABD'nin politikalarına karşı çıkmanın tek yolu da budur.

PKK'nın bugünün Türkiye'sinde hiçbir olumlu sonuç yaratma imkânı bulunmayan "silahlı mücadeleden" vazgeçmesi, DTP üzerindeki baskıların ortadan kaldırılmasına bağlı olarak "sivil ve siyasal çözümün" yolunun açılması Kürt Sorunun barışçıl ve demokratik çözümü için ivedi adımların atılması solun üstlenmesi gereken önemli bir misyondur.

Türkiye 1960-80 arasında toplumsal bir güç olarak siyaset sahnesinde yer alan solun acımasız bir "özel harp" yoluyla, askeri darbelerle ezilmesinin sonuçlarını şimdi önüne çıkan her sorunda katmerli bir biçimde yaşıyor. Laiklik, Kürt sorunu, Küreselleşme vb sadece egemenler arasında bir iktidar kavgası olarak yaşandıkça da bu böyle sürüp gidecek. Şimdi bir dönem toplumun kaderinde egemen olan sol oturup düşünmek zorunda yeniden etkin bir güç olmak için ne yapmalı?