BM Güvenlik Konseyi’nde Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınmaması anlamına gelen kararın çıkması elbette küçümsenemez. Bu yönde hazırlanan tasarıya 128 ülke “kabul”, 9 ülke “ret” oyu verirken, 35 ülke de çekimser kaldı bildiğiniz gibi. Malum medyamız bunu Reis’in zaferi gibi verdi elbette ama Arap medyası meseleye “Filistin’in zaferi” olarak baktı yine.
Bizim medyayı geçelim. BMGK’deki oylama sonucunun Filistin için (bir kez daha) zafer olarak görülmesi, Zafer kavramını en azından Filistinliler açısından anlamsız bir hale getirmiş olmalı diye düşünmeye başladım, doğrusunu isterseniz. Filistinli de “Bu kaçıncı zafer?” diye soruyordur herhalde. Onca yıldır birçok (!) “zafer”e rağmen hala “başarıya” ulaşamamış bir mücadelenin mensubu olarak sormakta da çok haklı.

Küçümsenemez, tamam ama, BMGK’de olan, aynı kurumun yıllar önce aldığı kararın, üye ülkelerin çoğu tarafından onaylanmış olmasıdır sadece. BM Filistin’i 1947’de ikiye bölmekle iki devletli çözümü tanımıştı zaten, bu kararına uygun davranmak zorunda, olan budur. Üye ülkelerin Filistin lehine “ilk kez” bu kadar çoğunluk halinde oy kullanması bir hayli önemsenmiş görülüyor, anladığım kadarıyla. Oysa 2012’de Filistin’in BM’ye “üye olmayan gözlemci devlet” statüsü kazanmasına yol açan oylamadaki rakamlar bu oylamadan daha fazla Filistin lehine “çoğunluk” yansıtıyordu.. O zaman da BM üyesi 193 ülkeden 138’i Filistin lehine “evet” demiş, 9’u “hayır” oyu kullanmış, 41’i çekimser kalmıştı. Oylamaya beş ülkenin katılmadığını da hatırlatayım.

Bu da o zaman “Filistinliler için büyük zafer” olarak yorumlanmıştı. Haklılık payı vardı çünkü “üye olmayan gözlemci devlet” statüsü Filistin’e,İsrail’i uluslararası mahkemelere şikayet hakkı kazandırmıştı. Ama bundan önce de bir başka “zafer” vardı. Yaser Arafat liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) BM’de “üye” de değildi “gözlemci” de ama ikisi arası bir yere sahipti.
Daha büyük “zafer” de şuydu: Yaser Arafat başkanlığında 1988’de “sürgünde” kurulan Filistin devletini, 130’dan fazla ülke tanıdığını ilan etmişti.

Yani Filistin sürekli zafer kazanıyor ama ne hikmetse her zafer kazandıkça toprak kaybediyor. 1946’dan günümüze kadar kaybettiği toprakların haritasını bulmaya çalışın, ne dediğimi anlarsınız.

ABD’nin, son Kudüs konulu BM oturumunda üye ülkeleri tehdit etmesinin de ilk kez rastlanan bir durummuşçasına ele alınması bir garip gerçekten. 2012’de de, yani Filistin’in “üye olmayan gözlemci devlet” statüsü kazandığı oylama öncesi de ABD Filistin’e destek veren ülkeleri açıkça tehdit etmişti. ABD Senatosu Filistin’e yapılan para yardımının kesilmesini kararlaştırmıştı örneğin, başvurusunu çekmesi için. Ama beklediği olmamış, Filistin istediği statüyü elde etmişti. O zaman da ABD-İsrail ikilisi yalnız kalmıştı, geçen gün BMGK’de kaldıkları gibi.

ABD, evet, en büyüğü geçen günkü BMGK’de yediği “tokat”tır ama daha önce de “yalnız” kalmıştır BM kurumlarında. Hatırladığım iki vakıa var böyle. 2001’de ABD BM İnsan Hakları Komisyonu’na seçilememişti. Bu 1947’den beri ilk kez karşılaştığı bir durumdu. Seçmemişti üye ülkeler. Diğeri de 2013’de UNESCO’ya Filistin’in “tam üye” yapılmaması konusunda baskı yapmasına karşın bunda başarılı olamamasıdır.

BMGK’de çıkan kararın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu üzerinde hiç bir etkisi olmayacak, bu kesin. BM’nin aldığı kararlarının tersine işgal ettiği bölgelere yerleşim birimleri inşa etmeye yıllardır devam eden İsrail’i hangi BM kararı durdurabildi ki? Ama bu karar asıl Donald Trump için bir tokat olmuştur. İç politikada aleyhine yansımaları olacaktır bunun. Bir de ABD-Avrupa kavgası artık iyice ortalığa saçılmıştır. Bu Filistin bahanesiyle bir kez daha ortaya çıkmış oldu.

Filistinlilerin kazandığı bir zafer yoktur ortada. Ya da AKP Genel Başkanı’nın iddia ettiği gibi gerçekten “İslam alemi”nin Filistin zaferi ise bu, Filistinliler zafer kazana kazana yok olacaklar demek ki.

Filistinlilerin bu tür “zafer”lerden daha fazlasına ihtiyaçları var oysa.