Necip Fazıl’ı üstat bellemişler bu yazdıklarımı biliyorlar mı? Elbette hayır. Okumuyorlar çünkü. Bunca sevdikleri şairi içtenlikle merak etmek dururken kuru gürültüden öteye geçemeyenler, 16 Nisan’daki referandumda Anayasa değişikliğini oylamak için sandığa gitmeden önce ilgili maddeleri ele alıp tartışırlar mı dersiniz?

Necip Fazıl’ı nasıl bilirdiniz?

Onur Behramoğlu

“Necip Fazıl’ı on beş-yirmi dakika dinleyen biri kendi dünyasının ne kadar küçük, değersiz olduğunu derin derin anlar. Onda hesabilik yoktur. Onun bize menfi ya da müspet görünen her hareketinde ve eyleminde, sadece tarihi büyük misyonunu yerine getirdiğine inanırım…

Üstadın merdiven inerken adımını birden peydahlanan bir boşluğa attığını görüyorum. Ama bir melek bu adımı onun dengesini bozmadan düzeltiyor ve basamağa koyuyor.” - Cahit Zarifoğlu

“Bir başka tip şair Necip Fazıl. O zaman henüz Müslümanlıkla bozmamıştı. Önüne gelene şiirlerini bastıracağı kitap için düşündüğü eksantrik biçimi anlatırdı. Tikleri olduğu için kaşını gözünü boyuna oynatması, incir çekirdeğini doldurmaz bu gibi büyük sorunları karşısında ben onunla bir bağ kuramamıştım.” - Niyazi Berkes

“Şimdi şu Urgan soyadını bana kimin önerdiğini söyleyince, küçük bir şok geçireceksiniz: Necip Fazıl Kısakürek! Çalışkan, Erdemli, Ulugönüllü gibi manevi anlamlar taşıyan bir soyadı değil, içinde çok sevdiğim U harfi bulunan bir nesne adı istiyordum. Necip Fazıl, “Urgan’ı seç” dedi ve kahkahalar atarak, “Solculuğundan ötürü günün birinde nasıl olsa asılacağın için, bu soyadı sana uygun” diye ekledi... Bizim bildiğimiz Necip Fazıl iyi bir şair, çılgın bir gençti. Onu çok sevimli ve eğlendirici bulduğumuzdan, şımarıklıklarını hep hoşgörürdük. Necip Fazıl yavaş yavaş değişmedi. Dinle hiç ilgisi yokken, ansızın, sadece dindar değil, dinci oluverdi. Bir yüz tiki vardı, kaşı gözü oynardı. Bu biçimsiz tikten kurtulmak için, böyle işlerin uzmanı bir şeyhe gitmesini salık vermişler. İşte ne olduysa o bir hafta içinde olmuş, bizim bohem şair süper mürşite dönüşmüş ansızın.” - Mina Urgan

“Memduh Şevket Esendal CHP’nin Genel Sekreteri’ydi, TBMM’de partili milletvekillerini gençleştirmek isteyen bir kişi. İnönü de bu öneriyi doğru bulmuştu. Esendal’ın hazırladığı aday listesinde o günlerin ünlü kişileri, otuzunda kırkındaki şairler, yazarlar, düşünürler yer almıştı. Necip Fazıl da Maraş adayı olarak İnönü’ye sunulan listedeydi. Suut Kemal Yetkin seçim öncesi CHP Genel Merkezi’nde, Necip Fazıl’ın subay üniformasıyla -hem de süvari- parti merkezinde genel sekreterin kapısı önünde dolaştığını anlatmıştı. Ne var ki, İnönü, adını kırmızı bir kalemle listeden silip atmış. CHP milletvekili olarak Meclis üyesi olabilseydi acaba Atatürk Cumhuriyeti’ne karşı bayrak açar, çağdışı bir tutumu benimser, laikliğe düşman bir gericiliğin ‘mürşit’i kesilir miydi?” - Oktay Akbal

“Cahilleşiyoruz, evet. Bir buçuk tarikat üzerinden Cumhuriyet tarihi yazılabiliyorsa, o cumhuriyet zaten cahiller cumhuriyetidir. Uzun mücadeleler taraflarını birbirine benzetir. Düşmanımıza benziyoruz biz de; Biraz Said’iz, biraz Necip Fazıl’ız. Daha kötüsü ise onların şakirtlerine benzemek. Hiç içki içmemiş Necip Fazıl, hiç çatışmaya girmemiş Said düşünsenize. Bunlar işte onlardır. Bunlardan biri “Cumhuriyet darbedir, Osmanlı'yı yıktı” dedi geçtiğimiz hafta. Evet, darbedir cumhuriyet. Fransız Devrimi, Rus Devrimi, Türk Devrimi monarşiye, onu oluşturan kuvvetlere, gericiliğe, karanlığa darbedir. Meşruiyetini de buradan alır zaten. Ama anlıyoruz ki, gericiliği iyi darbelememiş, karanlığı iyi dağıtamamıştır. Sabır işidir, mutlaka tamamlanır, yarım kalmaz hiçbir Cumhuriyet!” - Orhan Gökdemir

Necip Fazıl’ı üstat bellemişler bu yazdıklarımı biliyorlar mı? Elbette hayır. Okumuyorlar çünkü. Bunca sevdikleri şairi içtenlikle merak etmek dururken kuru gürültüden öteye geçemeyenler, 16 Nisan’daki referandumda Anayasa değişikliğini oylamak için sandığa gitmeden önce ilgili maddeleri ele alıp tartışırlar mı dersiniz? Bırakın karşıt fikirlilerle bir araya gelmeyi, kendi içlerinde bile özgürce düşünemiyorlar ki tartışsınlar! Ezberledikleri üç terane var, onları tekrar edip duruyorlar: İstikrar, vesayet rejiminin sonu, büyük Türkiye.

Zarifoğlu haklı, tarihi büyük misyonları var ülkemiz dincilerinin: Laik cumhuriyeti yıkmak. Adımlarını boşluğa attıklarında düşmelerini önleyen koruyucu meleği de tanıyoruz: Bize daima şeytan kesilen devletin ta kendisi! Tarikatlar, cemaatler, şeyhler, şıhlar, şarlatanlar palazlanıp dört bir yanı parsellerken biz solculuğumuzdan ötürü asılma tehdidiyle yaşarız; canları isterse ‘komünist’, işlerine öyle gelirse ‘bölücü’ ilan edip asarlar, yaşımızı büyütüp asarlar, işsiz-çaresiz-kimsesiz bırakıp asarlar, bulurlar bir yolunu, talimliyiz, biliriz.

Uzun mücadelede biraz onlara benzemiş olabiliriz, biraz Necip Fazıllık işlemiştir bizim de damarlarımıza, kabul. Ama hiç içki içmemiş Necip Fazıllara, hiç çatışmaya girmemiş Said-i Nursilere, bir buçuk tarikat üzerinden hakkımızdan gelmeye kalkışan bugünün saraylılarıyla onların maaşlı kapıkullarına da bırakacak değiliz Türkiye’yi.

Gericiliği darbeleyecek, karanlığı dağıtacağız. Sabır işidir, yarım bırakmayacağız Cumhuriyeti, HAYIR; 1 Kasım 1922 günü Meclis’in sarıklı üyeleri saltanatı savunurken sıranın üzerine çıkarak haykıran Mustafa Kemal cesareti kuşanarak tamamlayacağız: “Efendiler, egemenlik hiçbir ulusa hiçbir zaman ulema tartışmalarıyla verilmemiştir. Egemenlik hep güç kullanılarak zorla alınır. Türk ulusu, elinden alınan egemenliği şimdi kendi eline almış bulunuyor. Önümüzdeki sorun, bunun ulusun elinde bırakılıp bırakılmayacağı sorunu değil, sadece bu gerçeği ilan etme sorunudur. Burada toplananlar, herkes gibi bu gerçeği anlarlarsa mesele yok. Anlamazlarsa doğal olan nasıl olsa olacaktır; şu farkla ki belki birkaç kafa kesilecektir.”
Niyazi Berkes’in dediği gibi, bu komisyon odasının bir ressama konu olmayışına şaşmaktan kendimizi alamıyoruz. Şiiri ise yazılacaktır, ayların en güzeli Nisan’da, inanıyoruz.