Charlie Hebdo dergisinin kapağını yayınlayan gazetecilere 2’şer yıl hapis cezası verildi.

“Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmekten.”

İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Abdurrahman Orkun Dağ, Cumhuriyet gazetesi yazarları Ceyda Karan ve Hikmet Çetinkaya hakkındaki kararı açıklarken, davaya ‘şikâyetçi’ olarak katılanlar tekbir getirdi.

Şikâyetçiler arasında 15 yaşın altında üç çocuk var. İki de henüz 15 yaşına girmiş çocuk.

Yine onlarca şikâyetçi arasında, Cumhurbaşkanının oğlu Bilal Erdoğan, kızı Sümeyye Erdoğan, damadı (ve Enerji Bakanı) Berat Albayrak, Esra Albayrak, Mustafa Varank da var.

Ancak şikâyetçilerden biri, neden şikâyetçi olduğunu pek anlayamadığını, davanın son duruşmasında Fransızca olan derginin ‘Türkçeye çevrilmesini’ talep ederek gösteriyor:

“(Duruşma tutanağından) Müdahil Muhammed Medineli: Benim bir delil talebim mevcuttur. Benim hâkimin reddi dilekçe ekinde bildirdiğim 16 sayfadan ibaret aslı dosyada bulunan iddianameye dayanak gösterilen Fransızca dilinde olduğunu düşündüğüm belgelerin tercümesinin yapılması gerektiğini düşünüyorum.”

Yani şikâyetçilerden Medineli, neden şikâyet ettiğini bilmiyormuş.

Anlamadığı şeye itiraz ederek hatta şikâyetçi olarak, aslında tüm şikâyetçilerin profilini de özetliyor.

Zaten Charlie Hebdo dergisi de inançları mizah konusu yaptığı için IŞİD tarafından saldırıya uğramış, 12 karikatürist öldürülmüştü.

Mahkeme Medineli’nin talebine “Suçun nitelik ve çeşidine göre, unsurlara göre mevcut tercümenin yapılmasının bir katkı sağlamayacağı değerlendirildi…” cevabını veriyor.

Acaba mahkeme de neye ceza verdiğini bilmiyor muydu?



Takdiren
Mahkeme kararından çok da dikkat çekmeyen başka bir bölüm daha var.

Hâkim, ‘sanıkların tavrını ve pişman olmayışlarını’ beğenmediği için cezada indirim maddesini işletmiyor.

Yine aynı gerekçelerle, ‘iki yılın altı hapis cezasının ertelenmesine’ dair maddenin de uygulanmamasına karar veriyor:

“Sanıkların suç içindeki durumları fiilden sonra yargılama sürecinde gösterdikleri tavır, nedamet duymayan ancak dikte edici yaklaşımları gözetilerek takdiren haklarında TCK 62. maddesinin (cezada indirim) ve bu gerekçelerle sanıkların yargılamada pişmanlık göstermeyen açıklamaları çerçevesinde tekrar suç işlemeyecekleri yolunda mahkememizde bir kanaat oluşmaması gerekçesi ile TCK 51. maddesinin (cezanın ertelenmesi) uygulanmasına takdiren olmadığına…”

Mahkeme, ‘aynı suçu tekrar işleyeceklerini’ düşünüyor.

Karan ve Çetinkaya, ‘pişman görünselerdi’, ‘nedamet duysalardı’ hapse girmeyecekti. Hatta belki mahkemeye değil ama dine biat edip pişmanlık gösterselerdi, yargı önüne bile çıkmayacaklardı.
İslami faşizm susma değil nedamet getirme mecburiyetidir.

#JeSuisCharlie