Yeni yıl yaklaşıyor, ekonomiden seçimlere, bütün belirsizlikleriyle… Bir şeyler hakkında kesin bir fikre sahip olamamak, pek çok kişi için kaygı nedeni. Balıkçılar için öyle değil. Denize açılırken kimse ne kadar balık tutacağını bilemez. Hayatın akışını belirsizlikleriyle kabullenmenin rahatlatıcı bir yanı var, insan her şeyi kontrol edemez. Nick Srnicek ve Alex Williams’ın yazdığı “Geleceği İcat Etmek” […]

Yeni yıl yaklaşıyor, ekonomiden seçimlere, bütün belirsizlikleriyle… Bir şeyler hakkında kesin bir fikre sahip olamamak, pek çok kişi için kaygı nedeni. Balıkçılar için öyle değil. Denize açılırken kimse ne kadar balık tutacağını bilemez. Hayatın akışını belirsizlikleriyle kabullenmenin rahatlatıcı bir yanı var, insan her şeyi kontrol edemez.

Nick Srnicek ve Alex Williams’ın yazdığı “Geleceği İcat Etmek” adlı kitabı okuyordum. Kitabın adı ilgimi çekmişti, alt başlığı da “Postkapitalizm ve Çalışmanın Olmadığı Bir Dünya”ydı. Özetle, teknolojik gelişme ve olanakları yakalayamayan hiçbir siyasi hareketin var olamayacağının altını çiziyordu kitap, geçmişteki bakış açısı ve yöntemleri terk edip değişen koşullara uygun bir mücadelenin olanaklarını araştırıyordu. Bu açıdan, “folk siyaseti” diye tanımladıkları küreselleşme karşı hareketlerin yetersizliği ve bu türden siyasetlerin fetişleştirilmesinin verdiği zarara dikkat çekiyorlardı. İleri sürdükleri fikirler yeni değildi ama siyasal sıkışmışlığın iyice ayyuka çıktığı bir zamanda tartışmaya açtıkları konular önemliydi. Kitabın sonlarına doğru, “narsisistik eğilimlerinden arındırılmış bir sosyal medyanın” yeni bir kamu oluşturmak gerekliliğinden bahsettiklerinde, gülümsemeden edemedim. Acaba nasıl arındırılacaktı sosya medya narsisistik eğilimlerden? Selfie paylaşmayı yasaklayarak mı? Kastettikleri böyle bir yasak değildi elbette, bir süreç… Bu tür ifadeler kitabın önemini azaltmasa da savundukları hegemonik bakışaçısının zayıf yanını gösteriyordu. Ben, insanların sosyal medyada narsisistik eğilimler göstermesinin nedenleri üzerine düşünmeyi daha doğru buluyordum. Bu, hangi ihtiyacımızla ilişkiliydi? Neden sosyal medyada selfie paylaşma ihtiyacı duyuluyordu, bu türden her paylaşıma narsisistik diyebilir miydik?

Neden sorusu, öylesine kıymetliydi ki?.. James Wood, yeni çıkan kitabı “Hayatın En Yakın Benzeri” adlı deneme kitabında, çocukken en çok “Neden?” diye sorduğunu, anne babasının da her neden sorusuna nasıl üstünkörü yanıtlar verdiklerini anlatıyordu. “Neden bu kadar fazla acı var, bu kadar fazla ölüm var?” diye sorduğunda, ona Tanrı’nın işlerine akıl ermediğini söylerlermiş örneğin. Bir süre sonra çocuk neden diye sormaktan vazgeçebilir ya da James Wood gibi soruları çoğaltıp yanıt bulma çabasıyla edebiyat eleştirmeni de olabilir. James Wood, çocukken kendisine sürekli “Tanrı’nın inayetiyle” diye yanıt verilmesinden dolayı, bilginin gizli, bilinmez, örtülü bir şey olduğu yolunda bir algıya sahip olduğunu ve bu algısının bir sonucu olarak edebiyata ilgi duyduğunu yazmıştı. Edebiyat, onun için her şeyin özgürce düşünülebildiği, dile getirilebildiği eşsiz bir yerdi. Kurmacaya inanmak, her zaman bir “sanki”ye inanmaktır diyordu yazar; çocukların oyun oynarken yaşadıkları gibi, yazarken de okurken de hem büyük bir ciddiyetle inanır, hem de inanmayız. “Sanki” deyince de, belirsizlikler çıkar karşımıza, kesin olan tek şey ölüm olsa gerek bu hayatta. James Wood da, denemesinin başlarında şu soruyu soruyordu: “Ölüm bize ilk soruyu –Neden? sorusunu- sordurur ve artık hiçbir yanıtın geçerliliği kalmaz.” Bu sorunun devamında gelecek sorular da ister istemez yaşamın anlamıyla ilgili olacaktır. “Neden?” sorusunda, yazarın da belirttiği gibi aslında kabullenmeye bir itiraz da vardır. Yaşamın anlamı, “Neden?” sorularına verdiğimiz kuşkulu yanıtların toplamıyla oluşur, sormaktan vazgeçtiğimizde de kaybolur. Çağımızda anlam krizi, “Neden?” sorusundan çok “Nasıl?” sorusuna yönelik ilgidendir belki de…

Irwin Yalom, “Bugünü Yaşama Arzusu” kitabında, Schopenhauer’den bahsederek şöyle yazmıştı: “Ölüm kaygısı, kendini gerçekleştirmenin en çok olduğu yerde en az bulunur.” Kendini gerçekleştirme de, çocukluktaki gibi sürekli “Neden?” diye sormakla başlar.