Şimdi parti içi çatışmalara dair yazılar okumak daha “heyecanlı” olabilirdi. Ancak, yüzbinlerce insanın değişim adına umutlanarak sokaklara çıktığı, meydanları doldurup fedakârca çabaladığı bir seçimin ardından, içe dönük tartışmalarla o insanları yıkıma uğratmaya kimsenin hakkı yok.

Sorumluluk, o insanların mücadele azimlerini diri tutmayı ve yılgınlığa düşmelerine izin vermemeyi gerektiriyor. Neyin ne kadar başarıldığı ve neyin neden başarılamadığı konusunda gerçekçi değerlendirmeler yapmak ve siyasal eylemi o değerlendirmeler üzerine kurabilmek gerek.

Seçim kampanyası boyunca Karadeniz’de bulunan, mahalle mahalle, köy köy seçmenle ilişki içinde olan sevgili Selami İnce’nin sosyolojik olarak çok önemsediğim gözlem ve değerlendirmeleri var.

Seçmen fikrini son iki ayda oluşturmuyor. Mitinglerin, seçim gezilerinin, güzel konuşmaların hiçbir etkisi yok. AKP’nin adını bilmeyen ama ‘ampule oy atan’ seçmen olduğu gibi, ideolojik İslamcı seçmen de var. … Muharrem İnce … sadece CHP seçmenine konuştu ve onlara müthiş bir özgüven aşıladı. Ancak yeni seçmen örgütlemek 2 ayda mitinglerle olmayacağı için sadece kendi seçmeninden oy aldı.

M. İnce belki “kendi seçmeni” olmayanlardan da bir miktar oy aldı, ancak Selami’nin “2 ayda mitingle seçmen örgütlemek” konusundaki saptaması çok doğru.

Şimdi sağ/muhafazakâr olarak kodlanan Karadeniz, 80 öncesinde solun son derece güçlü olduğu bir yerdi. O gücü yaratan, bir seçim öncesi görünüp sonra kaybolan siyasetçilerin değil, sürekli onlarla birlikte yaşayan, sorunları saptayıp, hayat içinde o sorunlara çözümler üreten devrimcilerin varlığıydı.

Bu köşede pek çok kez AKP’nin başarısını “sürdürülebilir yoksulluk”la açıklayan yazılar yazdım. Sosyal medya kullanıcılarının ülkenin yoksulluk düzeyini kestiremediğini söyleyen Selami’nin, sahadan gözlemi de o değerlendirmeyi destekliyor:

Yoksullar, Erdoğan’ın yoksullara yönelik bir sistem kurduğuna inanıyor. Sosyal yardımlar hâlâ çok önemli. Ülkede çok az istisna dışında, hayat devlet ve kamu desteği sistemiyle sürüyor. Sistemin sahibi Erdoğan.

Yoksulların milliyetçiliği kazandı” diyen Selami harika bir değerlendirme daha yapmış: “Bilgi sınıfsal ve sosyal bir şeydir. Parası olan iyi eğitim alır ve bilgilidir. Siyasal çatışmayı, bilenler ve bilmeyenler üzerine kurar ve bilenlerden yana olursanız zenginden ve eğitimliden yana olursunuz.

Yoksulların karşısına her şeyi onlardan iyi bilen ve bizim anladığımız basit gerçekleri nasıl olup da anlamadıklarını bir türlü anlayamayan muhalif siyasal özneler olarak çıkıyoruz. Onlar da sınıfsal bir refleks ve fakat bir “yanlış bilinçle” bizi karşıtları olarak görüyorlar.

Kuşkusuz, yoksulluk AKP ile başlamadı ve tek nedeni de o değil. Ancak, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından beri yoksulların sayısı sürekli arttı. Resmi verilere göre, 2014’te yardıma muhtaç insan sayısı 30 milyon 500 bine ulaşmıştı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2017 yılında sosyal yardım alanların sayısını 10 milyon 610 bin 928 olarak açıklamıştı. 2015 seçiminde 10 milyon seçmenin yardımlara muhtaç olduğu hesaplanıyordu, 2018’de bu sayının daha da artmış olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Aile ve Sosyal Güvenlik Politikaları Bakanlığı’nın 2016 raporuna göre, Türkiye; 2 milyon haneye yakacak yardımı (kömür) yapılan, eşi vefat etmiş 290 bin kadına ayda 250 TL ödenen, 53 bin öksüz ve yetime her ay 100 TL maaş verilen, yoksul 56 bin hanenin okula giden 86 bin çocuğuna gıda yardımı yapılan ve 1.4 milyon bireyinin şartlı sağlık yardımı aldığı bir ülkenin adıdır.

Bu liste epey uzun; aşevlerinden günde 25 bine yakın yoksula yemek dağıtılıyor ve evde bakımdan 481 bin kişi yararlanıyor.

Bir restoranda kolaylıkla harcadığımız 100-200 TL’yi o ay alamazlarsa perişan olacak çok aile var ve milyonlarla ifade edilen “yoksul seçmen” yardımlar olmaksızın yoksul yaşamlarını bile sürdüremez durumdalar. “Erdoğan veriyor” algısına sahip o insanlar için aldıkları yardımlar “eldeki kuş”. Muhalefetin yoksulluğa işaret eden nutukları ve yardımları artırma vaadi ise “daldaki kuş”.

Hayatı o insanlarla birlikte yaşayarak yoksulluğun yenilebileceğini somut olarak gösteren örgütlenmeler kurulamadıkça, “daldaki kuş” için “eldeki kuş”u bırakmalarını istediğimizle kalır ve “Neden böyle oldu?”ya dair daha çok açıklama yaparız.