Mart ayında dış ticaret açığı 2018’in aynı dönemine göre %63,7 azalarak 2 milyar 137 milyon dolara geriledi. Ocak’tan bu yana da %67 gerileme gösterdi. Peki yıllardır Türkiye’deki önemli sorunlardan biri olarak dış ticaret açığının yüksekliği işaret edilirken, şimdi açıktaki bu büyük oranlı daralmadan mutlu bir sonuç çıkarmalı mıyız? Veya şöyle soralım bu daralma bize ne […]

Mart ayında dış ticaret açığı 2018’in aynı dönemine göre %63,7 azalarak 2 milyar 137 milyon dolara geriledi. Ocak’tan bu yana da %67 gerileme gösterdi.

Peki yıllardır Türkiye’deki önemli sorunlardan biri olarak dış ticaret açığının yüksekliği işaret edilirken, şimdi açıktaki bu büyük oranlı daralmadan mutlu bir sonuç çıkarmalı mıyız? Veya şöyle soralım bu daralma bize ne anlatıyor?

TL bilindiği gibi 2013’ten bu yana değer dolar ve avro karşısında değer kaybı yaşıyor. Döviz kurundaki bu artışın ihracatı olumlu, ithalatı ise olumsuz etkilemesi beklenir. Ülkemizde ise ihracat da olumsuz etkileniyor. Nedeni ise ihraç mallarının da ithalata bağımlı üretilmesi. Yapılan çalışmalara göre, ihraç ettiğimiz her bir ürün, %60 oranında ithal girdi içeriyor. Döviz kurundaki artışın ithalatı ihracattan daha kuvvetli etkilediği ise yapılan çalışmalarla ortaya konan bir gerçek. Sonuç olarak ithalattaki düşüş, ihracata konu olan malların üretimi ile eş anlı düşüyor. İthalattaki düşüş daha sert olduğu için biz bu durumu dış ticaret açığında daralma olarak yaşıyoruz.

Hatırlarsak Türkiye 2003-2007 arası yüzde 7’nin üzerinde yüksek bir büyüme temposuna girmişti. Bu tempo aynı zamanda yıllık ortalama %33 dolayında dış ticaret açığında artış yarattı. Sonrasında 2009 krizi ile birlikte ekonomide daralma ile birlikte dış ticaret açığı da aynı daralmayı yaşadı. Sonrasında 2008 krizinin aşılmasına yönelik Amerikan Merkez Bankası FED tarafından miktar kolaylaştırması (Quantitaive Easing) programı ile dünya piyasalarına sunulan muazzam likitide Türkiye’ye de aynı muazzamlıkla giriş yaptı ve dış ticaret açığı ekonomik büyüme ile birlikte arttı. 2013 sonrası ile ekonomik temponun yavaşlaması ile birlikte dış ticaret açığında daralmayı izliyoruz.

Dolayısıyla tek bir cümlede anlatmak gerekirse, Türkiye’de uluslararası finans hareketlerine bağımlı bir büyüme temposu ve bu büyüme temposu ile aynı yolu izleyen bir dış ticaret dengesi bulunuyor. Sıcak para olarak adlandırdığımız bu kısa vadeli finans girişleri kesildiğinde ise ortada ne büyüme kalıyor ne de dış ticaret.

İhracattan az kazanıyor, ithalata çok para ödüyoruz.

Dış ticaret dengesine ilişkin bir başka önemli veri ise ihracat ve ithalat değerlerinde meydana gelen değişimi gösteren birim değer endeksi.

Birim değer endeksine göre ihracat 2018’in şubatına kıyasla 2019 Şubat’ta %6,3 gerilerken, ithalattaki gerileme sadece %1,2 ile sınırlı kalıyor.  Bu da şu anlama geliyor, ihraç ettiğimiz her bir maldan daha az para kazanıyor, dışarıdan aldığımız yani ithal ettiğimiz her bir mala sattığımıza kıyasla çok daha fazla para ödüyoruz. Yani hacimde ithalattaki düşüş ihracatın çok üzerinde olsa da, ihracat gelirinde işler hiç de iyiye gitmiyor.

Gelir üretmek için yüksek katma değer şart

Gelir üretmek için, yüksek katma değer yaratmak şart. Bir ürünü daha yüksek katma değer içeriğine dönüştürmek için yüksek kalite fiziki sermaye ve insan emeği de şart. Bunlar olmadığı için, Türkiye’de yüksek teknoloji ürünlerinin imalat sanayi ürünleri ihracatı içindeki payı %3,9. Burayı en başta düzeltmeden dış ticarette iniş ve çıkışların hanemize eksi yazmaya devam edeceğini unutmayalım.