Hayırlı bir iş için Antep’e gideceğiz, Sabiha Gökçen Havaalanı’na beş dakikalık mesafe kala yol tıkandı. Pek rastlanmayan bir durum bu! Pek çok insan gibi ben de araçtan inip, ileri doğru yürüdüm. Polis yolu kapamış.

Yurttaşlar/Millet öfkeli, lakin OHAL koşullarından dolayı herkes yarım ağız, içe doğru söyleniyor. Polislerin yanına gittim ve sordum: “Yolu kapadığınıza göre birileri geçiyor, kim olduğunu öğrenebilir miyim?” dedim.

Genç olan son derece saygısız biçimde; “Sana açıklama yapmak zorunda değilim 155’i ara” dedi. Basın mensubu olduğumu, yurttaşların mağdur olduklarını, birçok kişinin uçağını kaçırdığını, söyledim. Bu sorumluluğun kime ait olduğunu öğrenmek istediğimi ekledim. Bu kez daha yaşlı ve deneyimli olan memur geldi yanıma. Doğrusu kibar davrandı. “Açacağız şimdi kardeşim hadi aracınıza gidin” dedi. Ben de aynı kibarlıkla devam ettim sözüme: “Şu an, arkada gördüğünüz pek çok kimse ya küfür ediyor, ya beddua ediyor” dedim. “Biz emir kuluyuz” dedi. Gerçek sorumluyu söylerse, bunu sosyal medyadan, gazeteden duyuracağımı söyledim. O sırada emir geldi, yol açıldı.

Genç olan araca binerken bana pis sırıtışla baktı, ardından argo bir cümle kurdu. “Sen kimsin ya!!” dedi. Yaşlı olana, bu üslubu doğru bulup bulmadığını sordum, o nasıl kamu görevi yapıyorsa, ben de denetleme görevimi yapıyordum, anımsattım. Arabadan bana seslendi: “Alırım seni” dedi. Yüzünde üniformadan gelen bir güvenle… Yaşlı olana arkadaşının sözlerini anımsattım, tehdidine dikkat çektim. Soruma da yanıt alamadığım için, basın mensubu olarak fotoğraf çekmek istedim. Bir anda her şey değişti. İyi polis, kötü polis gitti, hemen koluma girdi biri, diğeri yakama yapıştı, arabaya sokmaya çalıştılar. O sırada arkada araçta olan arkadaşlarım yetişti…

Bir anda iki polis, arkadaşlarımı görünce: “Bizi tehdit etti, hakaret etti, sövdü” diyerek bağırmaya başladılar. “Görev başında memura hakaretten alıyoruz” dediler. Biz direndik, sonra nasıl olduysa yaşlı olan olayın yanlış olduğunu anladı, elimi sıktı falan, genç olan küfür etti, basıp gittiler. Ha bu arada haklarını aramak için polisle konuşmaya giden birine halkımız sahip çıktı(!), herkes hızla uzaklaştı oradan. Oysa daha beş dakika önce bakana, polise, aklınıza kim gelirse fısıltı halinde söyleniyor, sövüyorlardı…

Diyeceksiniz ki, “Oğlum sen de belamı arıyorsun, sana ne!” Hiç öyle bir niyetim yok elbette. Lâkin milletin adamıyım diye ortaya çıkanların, milletin herhangi bir hakkına saygıları olmadığını belgelemek istedim. Geniş bir yolun tamamını, keyfi biçimde kapama hakkını nereden alıyor bir bakan? Soruyorum İçişleri Bakanı Soylu’ya, polis her soru soranı gözaltına almakla tehdit etme yetkisini sizden mi alıyor? En ufak ses yükseltmemişken, uygar biçimde soru sorduğum halde, yalan söyleyerek hakaret ettiğimi iddia eden polislere, bu hakkı, yöntemi kim veriyor, siz mi? Milletin yolunu kapatıp, milleti polisle karşı karşıya getirerek hangi saltanat korunuyor? Hani OHAL sadece terör ve FETÖ ile mücadele içindi, yurttaşların üzerinde estirilen bu terörden hoşnut musunuz Sayın Soylu?

Artık güçlünün daha zalim, zalimin de daha güçlü olduğu günlerdeyiz. Polis memurunun basın mensubu görünce daha bir sinirlenmesi ayrıca düşündürücü… İnsanlarımıza gelince. Yazık ki güç karşısında diz çökmek, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” demek günlük alışkanlık. Kimse taşın altına elini koymuyor, herkes biri onun adına tüm sorunlarını çözsün istiyor. Eminim Bakan aracından inip yanlarına gelse, ellerini uzatacak olan çoktur…

Eğer bugün sokaklarda yaşananları görmemek için perdenizi örterseniz, hukuksuzluk karşısında kulaklarınıza uygun bir tıkaç bulup kafayı çevirirseniz, yarın haklı olduğunuzda da, kimse imdadınıza yetişmez. O zaman bir başınıza derdinize yanarsınız. İşte bu yüzden örgütlü olmak gerekir, işte bu yüzden hep birlikte hayır demek gerekir. Unutmayın en kötüsü kokağın saldırganlığıdır!