Üç yıldır Ege’de zeytin ağaçları meyve vermiyor, hatta kimi kurumaya başlamış. Köylü ne yapsa bu derde deva bulamıyor. Zeytin ağacı boynunu bükmüş, suskun, kederli ve artık isyanını kendinden vazgeçerek gösteriyor… Metafor yapmıyorum, zeytin düşünür, konuşur, duygulanır ve bunu gösterir… Zeytin ağacı ne anlama gelir derseniz…

Anadolu toprağının en değerli varlığıdır o güzel zeytin ağaçları. Varlıklarıyla toprağı besler, gövdesiyle umut olur, kök salar tarih/kültür yaratır, meyvesiyle/yağıyla şifa olur, sağlık verir… Duruşuyla estetik bir haz sunar, gölgesiyle insanı korur, imgesiyle şiir olur, düşündürür. Eğer Anadolu’da bulunduysa bir kişi; zeytin ağacının barış, kardeşlik olduğunu bilir. Antakya’dan Edremit’e, Muğla’dan Çanakkale’ye uygarlığın en güzel ifadesidir…

Peki, neden bu halde Zeytin ağaçları?

Göçmen çocuk ölülerinin vurduğu kıyılarda yaşıyorlar da ondan. Artık Anadolu’nun ev sahibi/yerli tohumları, kendi topraklarında yasaklı da ondan! Yüzyıllardır bir arada yaşayan, kardeş halklar birbirine düşman olmuş da ondan. Ayakları prangalı köylüler sevgiyle, şefkatle bakmıyor birbirlerine de ondan. Bereketliydi Anadolu toprağı, ana kucağıydı… Beslerdi insanlarını, korurdu… Kimsenin diline, dinine, ırkına bakmadan şifalı elleriyle sahip çıkardı halklara Anadolu… Oysa şimdi görgüsüz, ölçüsüz, insafsız, zalim bir güruh yaratıldı. Zeytinler işte buna dayanamıyor…

Önümüzde yakın tarihin en anlamsız, yersiz ve gereksiz sorusuna yanıt arayacağımız bir halkoylaması var. Anlamsız; çünkü soru değil sorular var ortada ve birine olumlu yanıt vermek isteseniz ya da birine olumsuz, böyle bir seçenek yok. Kişiyi güdüleriyle davranmaya iten toptancı bir dayatma söz konusu. Üstelik açlığa, savaşlara, düşünsel sorunlara yanıt vermeyecek bir düzenleme için yapılıyor bu oylama…

Yersiz; çünkü toplum asgari gereksinimleri bile karşılanmaktan uzakken, düşünce suç ve en korkuncu cehalet kutsanmış/salgın haldeyken yapılıyor bu oylama. Daha az düşünen, daha çok teslim olan insanlar yaratmak için. Yarış adil değil. Birinin topu tüfeği var, ötekinin elinde çalı süpürgesi… Üstelik soruyu yöneltenin kim olduğu belli değil, daha doğrusu belli de gizleniyor. Bir Meclis kendini fes etmek için oylama yaptıramaz, yapamaz! Hangi gerekçeyle halkların bu soruya muhatap olduğu belirsiz. En önemlisi Meclis bu soruyu sormak için yetkilendirilmiş değil. Dolayısıyla soru hakkı yok!

Gereksiz bir halkoylaması bu! İnsanlığın hukuk, bilim, demokrasi, felsefe birikimini oylatamazsınız. Oylatsanız da karşılığı, geçerliliği yoktur. Bir kişi istedi ve toplum buna rıza gösterdi diye bilim, hukuk, demokrasi, felsefe birikimi geriye doğru işlemez. Bazı meseleler oylanamaz. Nasıl bugün bir meczup evrim diye bir şeyden söz edilemez dediğinde, insan ve maymuna dikkatle bakanlar gerçeği görüyor ve gülüp geçiyorsa, tek adam istedi diye de insanlık geriye doğru işlemez. Sekteye uğrar, yara alır, bedel öder ama er ya da geç akar yolunda. O halde bu oylama gereksizdir. Geçersizdir.

“Hayır” demek bir etik sorundur artık. Kimse maaş bordrosu kaygısıyla davranma hakkına sahip değildir. Hiçbir konum, görev, iktisadi varlık bahane değildir bu oylama için takınılacak tutuma. Okuma yazması olan kim varsa “hayır” demekle yükümlüdür. Eğer hakikati gördüğü halde kişi “evet” diyor ve ortaya çıkıyorsa, bunun adı çarpıtmadır! Zeytin ağaçları bu riyakârlığa dayanamıyor işte. Bencil, çıkarcı, kurnaz, fırsatçı olmak bir tercihtir ve eğer toplum bu yolu seçmişse, gerekirse bir başına kaldığı halde kişi direnmelidir. Etik sorumluluk bunu gerektirir.

Tarihin hızlı aktığı, kalın çizgilerle yazıldığı dönemler vardır. Sıradan bir kişinin büyük kahraman olması gerekmez. Lâkin geçici konfor, haz için kendinden vazgeçenlerin sonları hep aynıdır. Bakın tarihe sınırsız örnek bulursunuz. İnsanı diğer tüm varlıklardan ayıran özellik işte budur: Etik sorumluluk! Yaşamın bir anlamı olmalı. O halde “hayır” demenin gereğini anlamalı ve anlatmalıyız. Zeytin ağaçları meyve versin diye, yeniden…

“Hayır” sıradan bir sözcük değildir artık.