Hayatımız her geçen gün daha da ağır koşullara gömülüyor. Kriz değil felaket olarak tanımlamak gerekiyor ekonomik durumu. Açlık sınırında hayatta kalmaya çalışan milyonlar hızla derinleşen barınma sorunuyla da karşı karşıyalar. Aç açıkta kalıyor insanlar.

Birbiriyle at başı giden iki tepki yükseliyor; insanlar bu ağır koşullara neden isyan etmiyorlar ve nasıl olur da hâlâ iktidarın oyu yüzde 30 olur, beter olsunlar o zaman!

Cumartesi Doğan’a (Tılıç) derdini döken kasap Hüseyin, olsa olsa aşı yerine sakinleştirici verilmiş olmalı topluma, bu suskunluk başka türlü açıklanamaz, diyor. Hüseyin de başkalarının isyan etmesini beklediğinin farkında değil. Belki de herkes bir diğerinden bekliyor isyanı…

İnsan/lar ne zaman isyan eder? Bu sorunun yanıtı basit olabilir. Ya kendini bir ölüm kalım anında bulduğunda ya da kendisine dayatılan hayat koşullarını kabul edilmez bulduğunda. Demem o ki aç açıkta kalıp, karnını bile doyuramaz hale gelirse isyan edecek hale gelebilir. İkincileyin en canlı örneğini Gezi İsyanı’nda gördüğümüz, üstüne giydirilmeye çalışılan hayat tarzına karşı çıkmak için.

***

Asıl sorulması gereken soru ise isyan etmenin yolunun ne olduğu olmalı. Hangi eylemler isyan olarak görülebilir? Bu sorunun yanıtı ancak içinde yaşanılan dönemin siyasal sistemine bakılarak verilebilir.

Somut bir örnek: Cumartesi günü Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi mezuniyet töreninde sevgili Ali İsmail Korkmaz’ı unutmadıklarını yazan bir pankartla yürüyen iki iletişim öğrencisine uygulanan şiddete bakın. Özel güvenlik ve sivil polisler öğrenci kortejine dalıyor ve tribündeki velilerin gözleri önünde iki genci tekme tokat gözaltına alıyorlar. 2014-2020 arasında Cumhurbaşkanı’na hakaret iddiasıyla açılan soruşturma sayısı 160 binden fazla. 40 bine yakın açılan dava var, 1100’den fazla ÇOCUK yargılanmış ve 10 ÇOCUK HAPİS CEZASI almış. Çocuk!

Polis şiddeti, polis devleti ve yargı aracılı şiddetin ne demek olduğunu sadece bu iki örnek bile gösteriyor. Bırakın protesto ya da isyan etmeyi, gençlerin eğlenecekleri müzik festivalleri bile yasaklanıyor, Kadıköy’de dans etmek için toplanan gençler şiddet uygulayarak gözaltına alınıyor.

İnsan her koşulda isyan eder elbet. Ama isyan eylemi her zaman aynı olmayabilir. Bu kadar şiddet dolu bir iktidar baskısı altında isyan etme biçimleri değişir. İsyan edeceklerin bir araya gelebilecekleri, birlikte hareket edebilecekleri politik yapılar olmadığında, isyan etmek isteyenler kendilerini “bir başına” hissettiklerinde, maalesef örneğin Akdeniz Üniversitesi yurdundaki gibi isyan edebiliyorlar. Enes Kara da öyle değil miydi? Basına yansıyanlardan daha fazla olduğu açık değil mi, dahası polis intiharlarına bakın, daha farklı bir durum görmeyeceksiniz.

***

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet de farklı mı? Zorbanın zulmü arttığında ezilenler arası şiddetin artmasının tipik bir örneği çoğu. En basit trafik sürtüşmesinde silahların çekilmesi de öyle. Sokakta, toplutaşımada, restoranda herkes çatacak bir yer arıyor gibi değil mi? Daha gık demeye kalmadan iktidarın ensesinde boza pişirdiği koşullarda yaşayanlar, birbirlerini kırıyorlar.

İsyan halinde insanlar. Fakat isyan etmeleri gerekene edemiyorlar ve bunun sorumlusu kesinlikle kendileri değil.

İzmir Marşı da bir isyan sesi; Kayseri’de, ODTÜ’de binlerce öğrencinin katıldığı, Kocaeli İlahiyat Fakültesi mezuniyet töreninde söylenen Onuncu Yıl Marşı da. O marşlar ne liberal dangalakların sandığı gibi Atatürk özlemi ne de Atatürkçülerin umduğu gibi bir Atatürk e dönüş. Mustafa Kemal’e en çok haset eden ve onun yerine geçmek isteyene “nanik yapma”, hasetinden çatlatma.

***

Bu hafta 15-16 Haziran İşçi İsyanı’nın 52’nci yılı. Öncesinde bir yılı aşkın süren DİSK’in örgütlediği direnişler, 15 Haziran sabahı sendika yöneticilerinin “başlattığı” yürüyüşle bir anda 100 bini aşkın işçinin katılımıyla bir devrimci eyleme dönüvermişti. 1970 yılında İstanbul’un nüfusunun sadece 3 milyon olduğunu hatırlayın. İşçilerin sendikaları vardı, sendikaların devrimci yöneticileri vardı ve direnişlerde en öndeydiler.

Hadi çok yakın tarihe gelelim. 2017 yılında belki de sembolik bir yürüyüş diye başlayan ve Ankara dışında bir yerde biter diye çıkılan, ama başlatanın bile katılanları görünce İstanbul’a kadar yürüdüğü Adalet Yürüyüşü’nü. Kılıçdaroğlu mu yüzbinleri peşine taktı yoksa yüzbinler mi onu yürümeye devam ettirdi bilmiyoruz değil mi?

Demem o ki, toplumun ezici çoğunluğu aslında isyan halinde. Ama o isyana ses olacak, gövde olacak, kalkan olacak sosyalistlerin örgütleri dışında kimse yok. Meclis’in muhalefeti ise iktidarın korkusundan bile daha çok korkak. Ya da, ya da…?