Pakistan, Afganistan, Libya, Sahraaltı Afrika, Irak, Filipinler…

Sadece ülkesi başına yıkılan Suriyeliler değil, dünyanın küçük bir kısmı hariç milyonlarca insan ya savaşlardan ya da iklim krizinden mülteci oldu.

Belki de bir insanın başına gelebilecek en zor durumu, hamasi nutuklarla küçümsemek en kolayı. Bizdeki durum malumken, Avrupa’da da ırkçılık korkutucu boyutlara ulaştı.

Peki, neden ülkelerini, evlerini, işlerini, ailelerini, okullarını ve “yabancı/aşağı” görülmedikleri memleketlerini bırakıp yollara düşüyor bu insanlar?
Yoksa artık geride bırakacak bir şeyleri kalmadı mı?

Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF), dünyadaki çatışmalı bölgelerde hekimlik hizmeti veriyor ve mültecilerin durumunu belgeliyor. Resmi internet sitelerinde yayınlanan “Kaçacak Yer Yok, Denizden Başka” başlıklı yazıda, Libya’da bombalanan Tajoura Gözaltı Merkezi’nden sağ kurtulup Akdeniz’de boğulmak üzereyken kurtardıkları mültecilerle yaptıkları görüşmeler yer alıyor.

Anlatanlardan biri de Hasan: “Tajoura’da gün ışığı yoktu. Küçük bebekleri olan kadınlar vardı. Kapalı hangarlarda tutuyorlardı bizi, erkeklerle kadınları ayrı tutuyorlardı. Bizi bütün gün çalışmaya götürüyor, gece yarısı hangara geri getiriyorlardı. Polis bizi cezalandırıyordu. Polis kadınları da götürüyor, onlara tokat atıyor ve tecavüz ediyordu. Kadınlara saygıları yok, bebekleri saymıyorlar, kimseyi saymıyorlar. Kaçmaya çalışacak olursanız sizi vururlar.”

Bir askeri depoya yakın yerde bulunan Tajoura Gözaltı Merkezi ilk olarak 7 Mayıs gecesi, topçu ateşiyle vuruldu. Bir bebek şarapnellerden kıl payı kurtuldu. İki ay sonra, 2 Temmuz gecesi Tajoura Gözaltı Merkezi havadan iki defa vurulduğunda içeride 600 erkek, kadın ve çocuk kilit altındaydı. En az 50 kişi olay anında hayatını kaybetti.

MSF, Irak’ın Sincar bölgesindeki Sinuni Hastanesi’nde de sağlık hizmeti veriyor, oradaki Ezidi halkının çok ağır bir ruh sağlığı kriziyle boğuştuğunu tespit ettiler: “2019’un Nisan ve Ağustos ayları arasında hastanenin acil servisine getirilen hastaların 24’ü intihara teşebbüs etmişti. Altısı kurtarılamadı. 24 kişinin yarısı 18 yaşından küçük, en gençleri de kendini asan ve hastaneye ölü olarak getirilen 13 yaşında bir kız çocuğuydu.”

Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde Ebola var, aşısı da var ancak Kongolular dünyanın geri kalanı için “harcanabilir” görüldüğünden ülkeye yeterli aşı gönderilmiyor.
Somali’de onlarca yıldır devam eden iç savaşın üzerine bir de sel felaketi ve kuraklığın getirdiği salgın hastalıklar eklendi. Kamplarda en yaygın hastalık akciğer tüberkülozu.

Güney Sudan da hakeza. Burada da onlarca yıldır kamplarda yaşayan Sudanlıları çatışmaların yanı sıra kolera öldürüyor. Türkiye’de tedavisi var, orada kolera ölüm demek.

Peki, nereye gidiyorlar?

Afganistanlı Gül iki çocuğuyla Yunanistan’da, 3 bin kişiyi barındırmak üzere yapılmış ancak Ocak ayı itibariyle 19 bin kişinin bulunduğu Moria Kampı’nın dışındaki zeytinlikte yaşıyor: “Oğlum Muhammed 3 yaşında. Beyninde bir rahatsızlığı var. Hastalığı yüzünden çok sık başı ağrıyor ve konuşamıyor. Şu anda çadırda yaşıyoruz, elektriğimiz yok, ısıtma da yok. Tuvaletler ve duşlar buraya çok uzak, sıcak su da yok, o yüzden Muhammed’i ancak iki haftada bir yıkıyorum. Doktorlar bize hijyene dikkat edin, ortamı temiz tutun diyor ama bu imkânsız. Çadırı temiz tutmaya çalışıyoruz tabii, ama ne zaman yağmur yağsa her taraf çamur içinde kalıyor. Hastalığı yüzünden Mohammed’in başı ağrıdığı zaman elimden hiçbir şey gelmiyor, onunla birlikte ağlıyorum sadece.”

Dışarıdan bakıp da haklarında hüküm verilen milyonlarca mülteci, insanlık onuruna uygun bir yaşama ışık yılı kadar uzak. Türkiye-Yunanistan sınırında, arafta bekletilenler de dahil…