Avrupa “güvenlik” mimarisi, -buna siyasiyi de ekleyebiliriz- ikinci dünya savaşı sonrasında Amerikan emperyalizmi tarafından belirlendi. Üstelik sadece Avrupa değil Japonya’nın siyasi, askeri şekillenişinde de ABD imzası var. Savaşın galibi ABD, hem kıta Avrupası’nı hem de Pasifik ülkesi Japonya’yı fiili olarak yeniden dizayn ederken, birer uydu devletlere çevirdi. Yerle bir edilmiş, yakılmış yıkılmış Almanya ve Japonya’nın o günkü koşullarda buna itiraz edecek kudretleri yoktu.

Mesele sadece bu iki ülkeyle sınırlı değildi. İngiltere zaten bir Anglo-Sakson ülkesiydi ve hegemonik tahtını Amerika’ya devretmişti. Fransa ise işgal edilmiş olmanın verdiği mahcubiyet ve yalnızlıkla zorunlu da olsa –ki gönüllüydü bu- Atlantik eksenine adapte oldu. Fransızlar zaman zaman kendilerine özgü itirazlarını dile getirseler de –örneğin NATO krizi- bu genel hattın dışına çıkabilecek güçte olmadılar.

***

Amerikan emperyalizmi sadece bu aktörleri değil uluslararası sistemin bütününü şekillendirdi esasında. Tüm uluslararası kurum ve kuruluşlar ABD yönlendiriciliğinde liberal-kapitalist ideolojik referansla yeni hegemon gücün küresel liderliğinin kabulü ve sürdürülebilirliği saikiyle yapıldı.

Örneğin bugünkü neo liberal-kapitalizmin üzerinde yükseldiği sistem, Temmuz 1944’te ABD’nin küçük bir kasabası olan Bretton Woods’da atıldı. Tam da bu nedenle Bretton Woods sistemi olarak anılır. Uluslararası kapitalizmin, finansın kuralları burada belirlenirken Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) kurulmasına da burada karar verildi. 1945’ler Amerikası öncülüğünde savaş örgütü NATO’nun temelleri de bu dönemlerde atıldı.

***

O günden bugüne, aradan neredeyse seksen yıl geçti. O dönemde temelleri atılan sistem bugün çatırdıyor. Sistemin yeniden formatlanması Batı emperyalizmi açısından bir zorunluluğa dönüşmüş durumda.

Ukrayna savaşı yeni dönemin, askeri-politik-siyasal kurgulanması açısından istenilen fırsatı yarattı. Aslında savaş tam da bu yüzden çıkartıldı da denebilir. Savaş öncesi başlayan, 24 Şubat’tan sonra da hızlanan yeni “güvenlik mimarisi” tartışmaları Rusya’nın işgaliyle ete kemiğe bürünür hale getirildi.

Bir süredir “görevlendirme” yapılamayan, beyin ölümü gerçekleştiği tartışmaları yapılan NATO, Ukrayna üzerinden yeniden işlerlik kazandı.

4 Nisan 1949’da 12 ülke tarafından kurulan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü-NATO, 30 üyeyle girdiği 2022’de, daha beşinci ay bitmeden İskandinav ülkelerinin katılım isteğiyle birlikte henüz resmi olmasa da sayıyı fiili olarak 32’ye çıkardı.

Önce Finlandiya’nın ardından da İsveç’in örgüte katılım kararı alması uzun süredir bunu planlayan ABD-Britanya egemenlerinin çizdiği yol haritasının adım adım uygulandığını işaretleri. Tabi ki bu defter burada kapanmayacak ve NATO genişlemeye devam edecek. Ukrayna, Gürcistan, Moldova’nın ve hatta Ermenistan ve Azerbaycan’ın alınması için girişimler devam edecek.

***

Mesele elbette ki bu ülkelerin güvenliği değil. Rusya ve Çin’e karşı girişilen kavgada cephe hattı güçlendiriliyor. Yeni oyuncuların ittifaka dahil edilmesi gelecekteki büyük kapışmanın ön hazırlığı. Her alanda büyük bir kırılmaya gidilen küresel sistemin efendileri yeni oyunlar kurarken bir taraftan da rakibin oyun kurmasının önüne geçiyorlar.

Bugüne kadar ‘tarafsız’ kalmayı başaran İsveç ve Finlandiya’nın ABD’nin arkasına dizilerek savaş örgütüne kapağı atmalarının etkileri sadece İskandinavya’yla sınırlı olmayacak.

Bir Kuzey Atlantik İttifakı olsa da muhtemelen ilerleyen yıllarda Güney Amerika ve Okyanusya’ya da açılacak. Örgütün sitesinde “NATO üyeliği bu Antlaşma’nın ilkelerini geliştirebilecek ve Kuzey Atlantik Bölgesinin güvenliğine katkı yapacak durumda olan tüm Avrupa devletlerine açıktır” denilse de Yeni Zelanda, Avustralya, Kolombiya gibi ülkelerin üyeliği şaşırtıcı olmayacaktır. Zaten ABD’nin Güney Amerika’daki kuklası konumundaki Kolombiya on yıllardır NATO’nun özel partnerlerinden.

NATO yayılırken Saray rejiminin herhangi bir ülkeyi veto edebilecek pozisyonu yok. İsveç’e karşı çıkarılan gürültünün de bu nedenle bir kıymeti bulunmuyor. Ekonomik ve siyasi bağımlılık ilişkileri, “bağımsız” bir tavır alınmasını mümkün kılmıyor. Siyasal İslamcı rejimlerin Amerikan emperyalizmine minnet borcu var. Onun savaş örgütünün genişlemesine ses çıkaramazlar.