Mitoloji; karşılaştırarak anlatıldığında, içerdiği öyküler bakımından, bu dünyada yalnız olmadığımızı, başımıza gelen şeylerin ilk kez bizim başımıza gelmediğini, insanoğlunun doğadaki yerini ve bu yerden yola çıkarak bir arada yaşamın nasıl da kolayca mümkün olacağını gösteren müthiş bir silahtır

Neden mitoloji?

Selim Martin - Akademisyen

Bizim nesil çok değişik bir zaman diliminde geldi dünyaya, bir taraftan akıl almaz teknolojik gelişmeler – uzay çağı, diğer taraftan her türlü baskı, savaş, vahşet ve vicdansızlık, ilkel insan dürtülerinden daha da geride bir benlik. Geçenlerde sosyal medyada şöyle bir ifadeye denk gelmiştim; “Bu nesil, uzaylı istilası hariç her şeyi gördü”. Hay böyle şansa…

Anlam veremediğimiz bu karmaşanın, bunca olayın, bunca kötülüğün-hadi adını cilalayıp da koyalım- bu keşmekeşin, ilk defa bizim başımıza geldiğini düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Tarih boyunca birçok uygarlık nasibini aldı barbarlıktan, varlık içinde yokluktan, tüm değerlerin dibe vurmasından. Hatta onlar da adını koydular “kaos”; hani uzaktan bakınca hareketsiz, sonsuz bir boşluk. Ancak yakınlaştıkça fark ettiğiniz inanılmaz bir devinim ve çarpışma. Merak etmeyin, yılgınlığa düşmeyin sakın. İşte bu devinim ve çarpışma başlatacaktır yeniden yaşamı. Nerden mi biliyorum?

Hesiodos’un sözleri çınlıyor kulaklarımda. “ Her şeyden önce Khaos vardı, sonra buradan Gaia (Toprak Ana), ölüler ülkesinin en derin yeri Tartaros, sonra Eros (Aşk) sonra yeraltı ve yeryüzü karanlıkları Erebos ve Nyks doğdu”.
Şimdi elimizdekileri sayalım; Kaosumuz mevcut evelallah, “ölüler ülkesinin en derin yeri” diye Google’a yazsak koordinatları bile çıkar, e yeryüzümüz de zaten yeraltı dünyamız gibi karanlık, aşktan da hiç vazgeçmediğimizi düşününce geriye bir tek Toprak Ana kalıyor. Demek ki yaşamı yeniden kurmak için toprağımıza sahip çıkmakla başlayacağız her şeye.

Bundan sonra yapılacakları anlatmak üzere eskilerin başka sözlerine, başka öykülerine de kulak verelim ve bu mecrada yazılarımıza “ilk sözden” başlayalım. Neden mitoloji ya da dilimizdeki enfes karşılığı ile neden söylence?

Mitoloji; karşılaştırarak anlatıldığında, içerdiği öyküler bakımından, bu dünyada yalnız olmadığımızı, başımıza gelen şeylerin ilk kez bizim başımıza gelmediğini, insanoğlunun doğadaki yerini ve bu yerden yola çıkarak bir arada yaşamın nasıl da kolayca mümkün olacağını gösteren müthiş bir silahtır.

İnsan bilmediği şeyden korkar ve akabinde saklanır ya da saldırganlaşır. Ama söylence, yapısı gereği buna karşı durur. Söylence, bilinmeze anlam bulma çabasıdır, bulduğu zaman da diğerlerine anlatmaktan çekinmez, hızla anonimleşerek herkesi bu bilgiye çağırır. Önce korkuyu ve öfkeyi birbirinden ayırır, sonra “Korkmak normaldir diye seslenir insana öfke de normalidir” diye ekler. Ama korkunun ve öfkenin sürdürülmesine, kalıcı hale gelmesine müsaade etmez.
Kimi zaman toplumu şekillendirmek amacıyla yöneticiler tarafından da öyküler oluşturulur, biçimlendirilmiş kahramanlar piyasaya sürülür, ibret olsun diye parmakların uzun uzun sallandığı, sakın ha! denildiği, tanrısal cezalar doldurur dünyayı. Ancak söylence buna da müsaade etmez, hemen bir açığını bulur bu sipariş öykülerin; kahramanın şeklini bozar, suçluyu suçundan ayırır hemen, insanlığını çıkarır ön plana ve öyküyü yeni baştan kurgulayıp gerisin geriye yollar muktedire, çünkü halkın söyleyecek sözü vardır ve bu onlarınkinden oldukça farklıdır.

Tüm uygarlıklar için mitoloji, dinsel inanışlar, edebiyat ve sanat kavramları ile iç içe geçmiş söylenceler bütünüdür. Nerden bulsak bunları acaba? Prehistorik dönem mağara resimleri ve idoller, Mezopotamya, Mısır ve Anadolu Kültürlerinde tabletler mi kaynak olsa bize? Yoksa Yunan ve Roma destanları, şiirler, komedya ve tragedyalar mı okusak? Seramik veya duvar yüzeylerinde betimlenmiş resimlerden, mozaiklerden, tüm heybetiyle karşımızda duran heykel ve kabartmalardan mı beslensek? Meryem Ana ile oturup Aziz Paulos’un mektuplarına cevap mı yazsak? Şahmeran’dan kaçarken Keloğlanı da alıp Demirci Kawa’nın işliğine mi gitsek? Nasıl yapsak da konu olarak gittikçe çeşitlensek ve gittikçe zenginleşsek?

Öncelikle, evrenin yaradılışını alalım önümüze. Sonra sırasıyla evrenin düzenlenmesi ve insanın yaradılışını konu alan söylencelere bakalım. Tanrıların yaşamı, birbirleri ve insanlarla olan mücadeleleri nasıl da korkutucu? Halk kahramanlarını biliyoruz da suçluları çıkarmak lazım şimdi saklandıkları delikten. İşte size kral ve hanedan soyları, gerçekdışı yaratıkları, doğal felaketler ve doğaüstü olayları ile karmakarışık bir dünya. Daha da karıştırmak lazımsa biraz sarhoşluk, bolca aşk, eh utanmayalım biraz da sevişmek ekleyelim. Biz ne yaparsak yapalım bakın öfke ve nefret el ele kendiliğinden geliverdi yanımıza. Aç gözlülük zaten biz gelmeden buradaymış, pörtlek pörtlek bakarak kapıda karşıladı bizi. Işığı da açık unutmuşuz, savaş ve açlık bir ellerinde kılıç diğerinde kalkan, mideleri guruldayarak doluştular aramıza. Eyvah en kötüsü de geldi sonunda; hem de güzel bir kadın kılığında “öç hanım” namı diğer intikam.

Acilen bir araya gelmemiz lazım. Biriniz sevgiyi getirsin gelirken, hem de böle böle, çoğalta çoğalta getirsin. Bir diğeriniz insanın emeğini ve sanatını, öteki de onurunu şak diye koysun masaya. Cesaret ve umut burada bekleyedursun, bir başkası da çocukları alıp gelsin, gelsin de paylaştırıversin gülümseyen çocuklar, masada topladığımız her bir şeyi tastamam aramızda.

Şimdi kendi hikâyemizi kendi sözümüzle anlatma sırası bizde. Söylencemiz başlasın…