Zor bir yıl oldu. Üstelik önümüzde daha da zor yıl(lar)ın olduğunun farkındayız. Dünya, gelecekte Covid-19 salgınının geçtiğimiz yılda neden olduğu sarsıntıdan çok daha önemli etkilerine gebe.

Üzerine yapılan tüm tartışmalara karşın aşılama programlarının başlaması, salgının yayılımını durduracak. Kısa vadede 2021 yılı sonuna doğru salgının gündelik hayatı kısıtlayıcı etkisinin azalacağını öngörmek mümkün. İnsanlık tarihindeki kitlesel salgınların ölümcüllükleri ve sonlanma süreleri ile karşılaştırırsak, olasılıkla Covid 19 salgını ile mücadelede insanlığın daha başarılı olduğunu söyleyebileceğiz belki de. En yakın örnek İspanyol Gribi salgınında 3 yıla yakın bir sürede 500 milyondan fazla insan hastalanmış ve ölümler 50 milyonu geçmişti. Covid-19’un ilk yılında 80 milyon hasta ve 1,76 milyon ölüm bildirilmiş durumda.

Amacım bir tür yeni yıl iyimserliği aşılama fantezisi değil. Ölümler canımızdan can alıyor, ateş düştüğü yeri yakıyor. Ama salgının ölümlerden çok daha kalıcı etkileri hayatta kalanları vuracak. Ölenler, artık öldüklerini bile bilemedikleri için, ölüm, her zaman öleni değil geride kalanları etkiler.

Handiyse ilk gününden bu yana salgının dünyayı nasıl etkileyeceğine dair öngörülerde bulunuyoruz. Bu hal bile ölenleri değil kalanların hayatını düşünmeye olan eğilimimizle ilişkili.

Kişilerarası ilişkilerden gündelik hayatın yaşanma stiline, çalışma ortam ve koşullarından beslenme eğlenme alışkanlıklarına ve üretim sürecinden yönetim tarzlarına kadar “her şeyin” değişeceğine dair bir beklenti var. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söylemi aslında yaşanılan olayın neden olduğu “şok” hissi ile ilgili ve evrensel bir insan tepkisi. Çoğunlukla ilk şok atlatıldıktan sonra insanlar, belli bir alışma ve kabullenme dönemi sonrası eskisinden çok da farkı olmayacak şekilde yaşamaya devam ederler. Demem o ki, o kadar da büyük değişimler olmayabilir.

Covid-19 salgınının gelecekte yaratacağı değişimler üzerine kafa yormaktansa, ölümler dışında, bu gün somut olarak ortaya çıkan ve kalıcı olacağı neredeyse kesin olan ne var diye bakmak, daha gerçekçi olabilir.

Salgının ilk yılında en açık olarak gösterilebilecek değişim, insanların ekonomik durumları gibi görünüyor. Salgına görece “zengin ve donanımlı” girenler, hem gelirlerini artırdılar hem de sağlıklarını güvenceye alabilip, salgın sonlanana kadar koruyucu alanlarına kapandılar. Salgına “yoksul ve donanımsız” yakalananlar ise hem daha da yoksullaştılar hem de salgına yakalanma riskleri azalmak bir yana daha da artarak hayatta kalmaya çalışıyorlar. Kalabilenler daha yoksul, daha eğitimsiz olacaklar. Sadece uzaktan eğitime katılma oranları bile nasıl derin bir eşitsizlik olduğunun kanıtı. Eğitim farkı bir kaç kuşağı etkileyebilecek boyuta çoktan çıktı bile.

İster ülkeler arası ister ülke içi düzeyde olsun bu yarılma daha da derinleşti ve olağan önlemlerle kapanmaz hale gelecek gibi görünüyor. Türkiye özelinde Sağlık Bakanı ve Reisinin “çok başarılıyız” demesini sağlayan da bu yarılmada avantajlı konumda olanları temsil ettiklerinin kanıtı. Onlar, artık salgında “daha da güçlenen, zenginleşenlerin” iktidarı olduklarını saklamıyorlar. Önümüzdeki dönemde iktidarın uygulamalarının bu bağlamda “baskıcı” olacağını öngörmek için de kahin olmaya gerek yok.

Yarılmada aşağıda olanların kendiliğinden isyanını engellemek, onları görünmez, seslerini duyurulmaz kılmak için ellerindeki tüm denetim ve baskı araçlarını kullanacakları açık. Derneklere el koyma tasarısı bile tek başına bu isteğin kanıtı.

Belki dünyada da öyle olacak ama Türkiye’de RTE iktidarı, yoksulların, yoksun bırakılmışların örgütlenmesini ve örgütlü politik eyleme dahil olmasını engellemek için elinden geleni ardına koymayacak.

Aşağıda olanların olanakları, donanımları, eğitimleri ve “bilinçleri”, kader sandıklarının değiştirilebilir olduğunu görmelerini ve bir araya gelmelerini engelleyecek. Demem o ki 19’uncu yüzyıl sonuna benzer bir döneme giriyor olabiliriz. Düzenin acımasızlığını ve sömürüsünü görebilen, düzenin değiştirilebileceğini de bilen ve fakat aynı düzen içerisinde “rahat” yaşayabilecek olanlar, ahlaki bir seçimle karşı karşıya kalacaklar yine.

Bu ahlaki seçimde insanlıktan yana olmaya solculuk diyoruz. Solculukta değişmeyen tek şey bu ahlaki ilke. “Solculuğun nasıl yapılacağı” ise her dönemde kendine özgü olmak zorunda.

2021 solculuğu üzerine bir tartışma yapacaksak, Ateş İlyas Başsoy’un “Seveceksen Radikal Sev” ve “Hepimiz Aynı Belediye Otobüsündeyiz” kitaplarını da tartışmamız gerekiyor. Bence iki kitap da CHP’nin seçim başarısı üzerine değil. İkisi de bir örgütlenme ve eylem pratiği öneriyor. Daha da önemlisi bir ahlaki seçim yapmamız gerektiğini.

Gönlünüzce bir gelecek için umut ve cesaret sizinle olsun.