Hanedanlıklarda bilimin önermeleri değil, hanedanın buyurdukları temel alınır. Türkiye’nin Saray rejiminde de farklı değil.

Hanedanlıklarda halkın ihtiyaçları değil, hanedanın devamlılığının gereklilikleri temel alınır. Türkiye’nin Saray rejiminde de farklı değil.

Hanedanlıklarda kamu yararı değil hanedan ve şürekasının yararı gözetilir. Türkiye’nin Saray rejiminde de farklı değil.

Ekonominin gerçeklerinden kopuk yönetimin ortaya çıkarttığı maliyetlerin de, baroları bölüp parçalayarak halkın savunma hakkının gasp edilmesinin de, İstanbul Sözleşmesi’ni yırtıp atarak kadınları ve çocukları erkek egemen düzenin pençelerinde korumasız bırakma eğilimi de, gerçekleri haber yapan medyanın susturulması da bu halin sonuçları.

Ortaya çıkan bu ağır sonuçlardan kurtuluş ancak bu sonuçlara neden olan düzeni değiştirerek mümkün olacak. Bu gerçeklik son birkaç yıldır günden güne daha da belirgin hale geliyor. İhtiyaç olan düzen değişikliğinin tarifi için de yaşadıklarımızın hangisinin ‘neden’ hangisinin ‘sonuç’ olduğuna dair bir değerlendirme yapmamız gerek.

Ekonomide neden-sonuç ilişkisinin iktidar eliyle siyasileştirildiği en belirgin ikili, faiz-enflasyon ilişkisi… Hanedan buyuruyor. Buyurduğu sorgulanmadan gerçeklik kabul ediliyor. 81 milyonun geleceğini belirleyen politikalar bilimsel gerçekliklere değil Hanedanın buyurduğu üzerine kuruluyor.

Somutlamak gerekirse, mesela Hanedan “Enflasyon üzerinde yüksek faiz olumsuz bir etkiye sahiptir” diye buyuruyor. 11’inci Kalkınma Planı, Hanedanın buyruğunu sektirmeden yerine getiriyor; kalkınma planı metninin 288’inci maddesinde bu buyruk kalkınma planının temeline oturtuluyor.

Sonuç? Sonuç ortada. Faizler düşüyor, enflasyon artıyor. Faiz düşüyor, borçluluk artıyor. Faiz düşüyor, halk ilerde ödeme yükü altında nefessiz kalacağı yeni borç yüklerinin altına hapsediliyor.

Saray rejiminin kurduğu düzenin sonucu bu… Düzen Saray’ın buyurduklarıyla şekillendiriliyor.

Saray önce faizlerin düşürülmesini, kredinin pompalanmasını buyuruyor. Bunu görev bilen BDDK, finansal piyasaların etkin işleyişini düzenleme ve denetleme görevini unutup hızla “Ne pahasına olursa olsun kredi verilmeli” diye buyuracak şekilde oyunun kuralını değiştiriyor. Mevduatları krediye yönlendirmeyen bankalara ceza kesmek üzere “aktif rasyosu” kuralı getiriyor. Eskinin kamu bankaları, bugünün Saray bankaları ise zaten talimatları yerine getirmekten başka bir ekonomi vizyonu olmayanların elinde, kurala falan dâhi ihtiyaç duymadan krediyi pompalayıveriyor.

Sonuç? Tüketici “kredileri” yüzde 40’a yakın büyüyor! Bir diğer deyişle halk tüketmek için borç alıyor. Konut almak için borçlanıyor. Otomobil almak için borçlanıyor. Yani faizler Saray’ın iddia ettiği gibi üretim maliyetlerini düşürme hedefiyle değil, bilakis konut ve taşıt talebini arttırma hedefiyle düşürülüyor.

Sonuç? Tüm dünyada otomotiv satışları tarihi düşüşler yaşarken Türkiye’de halk yeni borçların ağır yükü altına sokularak, otomotiv sektörü destekleniyor. Bu yeni borçlarla nefesi kesilen halkın ağır yükü Saray’ın havuz medyasında ‘tüm dünyada otomotiv pazarı daralırken Türkiye’de ilk altı ayda pazarı büyüyen tek ülke oldu’ zafer nidalarıyla kutlanıyor.

Tüm dünyada halklar salgının ortaya çıkarttığı gelir kaybı ve ekonomik belirsizlikten kendisini korumak için yeni borçlardan ve büyük harcamalardan kaçarken, hatta devletler halklarını bu belirsizlikten korumak adına yüklü doğrudan gelir destekleri verirken, Türkiye’de halk yeni borçların ağır yükü altına girerek müteahhitleri ayakta tutuyor. Yine Saray’ın havuz medyasının ‘müjdesine’ göre haziranın ilk üç haftasında geçen yılın aynı dönemine göre konut satışları 14 kat artıyor!

Sonuç? Faizlerin düşüşü enflasyonun artışına ama en önemlisi gelirlerin durağanlaştığı ve öyle olmaya devam edeceği bir dönemde halkın yeni borçlar yüklenmesine neden oluyor.

Ve bütün bunlar Saray’ın açık sınıfsal tercihlere dayanan siyaseti ile şekilleniyor.

Bu borçluluk düzeninde aktif yurttaşlık tercihleri borçlu tüketici kaygılarının altında eziliyor. Ve bütüncül siyaseti içerisinde Saray halkın aktif yurttaşlık tercihlerinin ortaya çıkmaması için bu borçlu düzenin gerçeklerini anlatan medyayı susturmayı, borcunu ödeyemediğinde halkı savunmasız bırakacak şekilde parçalanmış Baro yapısını dayatıyor.

Hepsi aynı yerden, yıkımın bütün adımları aynı siyasetten besleniyor. İşte bu bütüncül yıkımın karşısında Barolarla omuz omuza oldukça, gerçekleri yazan gazetecilerle dayanıştıkça, yıkım düzeninin tüm sorumlularından hep beraber hesap sorduğumuzda yıkımın ardı aydınlık olacak! Borçla değil gelirimizle, baskıyla değil özgürlükle, kayırmacılıkla değil eşitlikle, sadakatle değil hakkımızla var.