Cumhuriyet tarihinin en karanlık günlerinden geçiyoruz. Hep söylüyorum ağacın, kurdun, kuşun, insanın, umudun, akan suyun, fısıldayan ormanların, kentlerin, yaşamın hedefte olduğu bir dönem.

Ölüm boydan boya geziyor bu toprakları. Ölüm: Kimi zaman bir iş makinesi oluyor, kimi zaman bir tank. Kimi zaman yeşille düşman, kimi zaman insana. Kimi zaman tarih hedefte, kimi zaman coğrafya. Kimi zaman aşırı çalışma, yetersiz donanım, kar tutkusu ile üretilen ihmallerin sonunu hazırlaması bir iş cinayetinde, kimi zaman kurbana benzetilen askerlerin boynundaki künye . Kimi zaman bir bodrum katı, kimi zaman bir servisin içi.

Sonuçlara odaklanan bir toplumda, nedenleri konuşmanın suç olduğu bir toplumda, sonumuzu hazırlıyorlar sanki.
Neden? Bu soruyu sorun! Çünkü bunu sormadığınız her an karanlığın içine biraz daha gömülüyoruz.

Hep beraber soralım.

Neden Ankara’nın kalbine, devletin kalbine bomba yüklü bir araç, bu kadar rahatça girer ve ölüm kusar?

Neden Kafkasör yaylasında, yeşilin kalbinde panzerler, dozerler bu kadar özgüvenle dolaşır, ve neden bu ülkenin polisi ve jandarması, halkın tepkisine rağmen fethe giden bir ordunun dönüşsüz militanlarıdır.

Neden Soma’da yerin yedi kat altında ekmeğini çıkarırken ölen madenci sorumlu kılınır kendi ölümünden? Neden tekmelenen madenciye atılan tekmenin bedeni iktidara uzanır?

Neden asansörler düşer, servis araçları devrilir? Neden işçiler düşer birer ikişer inşaatların tepesiden? Neden madenlerde işçiler toprağa gömülür ve çıkartılmaz oradan?

Neden bir ülke kendi kentlerini bombalar? Sonra kentsel dönüşümünden bahsedilir yıkılan kentlerin?

İstanbul’un akciğerleri, kuzey ormanları katledilirken bunu medeniyet diye sunanlar, dünyanın en güzel tarihi kentlerinden birine gökdelenlerle, koruların içinden boğaziçine bakan çirkin villalar ile Vahdettin Köşkü’nün kötü kaderini yaşatmıyor mu? Narmanlı Han’ın hüznü ile akraba değil mi hüznümüz?



Yırca’da kesilen zeytin ağacı, Kafkasör yaylasındaki çam ağacı ile kardeşken. Gezi’de kurulan barikat ile Kafkasördeki barikat kardeşken, neden Cizre’deki barikat düşmandır?

SERMAYENİN MANTIĞI
Maden, enerji ve inşaat. Türkiye açısından AKP’li yıllarda sermaye birikiminin üç atlısı. Memleketin bir yerlerine koyacağız diyen makbul sermayedarın faaliyet alanı.


Madencilik sektöründe kar oranı ortalama kar oranlarının 3,5 katı. Gayrimenkul sektöründe kar oranı ortalamanın 2 katından fazla, inşaat sektöründe 1,5 katına yakın. Enerji de ise ortalamanın biraz üzerinde.


Bu üç sektör kent ile, doğa ile, tarih ile savaşın alanı. Kurutulan derler, kesilen ağaçlar, yok edilen kentler, göçük altında kalan işçi bu savaşın mağdurları.

Neden bu üç sektör derseniz, bu üç sektör de iktidarın keyfiyet alanı da ondan. Maden de, enerji de, inşaat sektörü de devletin onayına bağlı. İzini kaptıktan sonra büyük sermaye yatırımlarına gerek yok, bütün iş finansmanda. Yani kendi sermaye sınıfını yaratmak için bu sektörler biçilmiş kaftan.

Bir de işçi haklarının üzerine iyice bastırdın mı, kıdem tazminatına el koyup, esnek çalışma ile kiralık işçi büroları ile işçinin elini kolunu iyice bağladın mı gelsin paralar!

Bu paratapıcılar, paratapıcı sistem oldukça kimseye yaşam hakkı yok! Yıkılan Diyarbakır Sur’un arkasından elini avuşturan sermaye grupları ile Suriye’deki savaştan nemalananı, Artvindeki madeni, HES’i ile doğaya el koyanı birbirinden ayrı görmemek lazım.