Nedir bu normal?

NESLİ ZAĞLI

“Gelecek yok. Gelecek zaman değildir. Hayal bile demek zor. Gelecek kuşkudur. Rengi, kokusu, acısı, sevinci ulaşmamıştır bize. Gizli bir ölüm korkusu belki de. Uzansak dokunacağız sanki. Uzakta gördüğümüz her şeydir. Gelir, gelir ve bir türlü gelemez. Hayata katlanmak için yarattığımız en güzel büyüdür. Bir çeşit dünya cenneti. Geldiğindeyse zaten geçmiştir. Biz yine uzaklara bakıyoruzdur.”
Şükrü Erbaş

Hep birlikte sabırla bekliyoruz: Her şeyin normale dönmesini. “Normal nedir?” diye sorarlarsa cevap net! Şu salgın illetinden öncesi bizim normalimiz. İstenirse tek tek sayarız. Rutinlerimiz var bizim, türlü türlü alışkanlıklarımız. Şimdi önünden geçtiğimizde terkedilmiş bir kasabayı andıran kepenklerin ardında kuaförümüz var, yufkacımız, parfümerimiz, kahvecimiz, burgercimiz, yüncümüz. Salgından önce biz ahenkle kendi dünyamızı sürdürürdük. Her şeyin bir yeri ve zamanı vardı, düzen vardı, öngörülebilirlik vardı. Üç hafta sonrası için ajandamıza bakar ve olası bir randevuya hemencecik bir yer bulurduk. “Mutlaka görüşelim nisan bitmeden” dediğimiz canımız dostlarımız vardı, senede bir iki defa hasbelkader gördüğümüz. Zamanın, mekânın ve anın öngörülebildiği bir şeydi normallik ve biz buna çok alışmıştık. İkinci ayına yaklaşan bu olağanüstü haller, kişisel üretim deposu evler, hayatın sırrına meyil eden post-pandemik öğretiler yoktu. Biz yetişkinlik hayatının 'normal' olarak adlandırılan sınırları içerisinde çalışıyor, koşturuyor, alıyor, satıyor, inanıyor, yanılıyor ve her şeye rağmen devam ediyorduk. Bu kahrolası salgın geldi ve elimizden yetişkinliğin şanından olan söylenme hakkını aldı. Çünkü her zaman için beterin beteri vardı. Şimdi ise kimse tüm bu olanların da beteri olabileceğine ihtimal vermeden en beterini yaşadığını düşünüyor. O nedenle yatıp kalkıp normale dönmenin işaretlerini bekliyor.

Normale dönebilirsek ne olacağını hâlâ hiç kimse bilmiyor. Aylardır evlerde sürdürdüğümüz uzaktan kumandalı yaşam birçok insanın aklını fena halde karıştırdı.

Acaba bu karantina sürecinde mahrum kaldığımız şeyler gerçek ihtiyacımız değil miydi? Peki ya kurumlar? Peki, onlar için vazgeçilmez olmadığımızı mı anladılar? Temasın kaçınılmaz ihtiyaç olduğu fark edilen şeyler nelerdi? İş anlaşmalarımız mı, dostluklarımız mı, aynı evde dip dibe yaşayamadığımız evliliğimiz mi sona ermeli? Kolay bir cevap uğruna sorulmuş zor sorular bunlar. Çünkü bizi, yönümüzü, çerçevemizi hep aynı temel durum belirler: İhtiyaçlarımız! Hayatına ve çalışmaya hiçbir değişiklik olmadan devam eden, sürecin tüm tehdit ve risklerine karşı savunmasız bırakılmış emekçiler dışında herkesin ihtiyaçlarını gözden geçirmesine yol açan bir süreç yaşıyoruz. Bazen hayatı sorgulamak hayatın kendisinden ağırdır. Sırf bu nedenden dolayı karantina hayatının tik taklarına sıkı sıkıya tutunup içsel bir değerlendirmeden kaçınan da çok kişi olmuştur. Çünkü ekmek pişirmenin, balkon düzenlemenin, sanal müze gezmenin müthiş duygusu yetişkin insanı dimdik ayakta tutar, varoluşsal sorgulamalar gibi eğip bükmez. İşte biz de bunu yaptık, hayattan anlar çaldık. Komşunun bahçesinden erik çalar gibi. İşe yaradı mı? O an için yaradı. Ta ki içinde en haz dolu anları yaşadığımız cennetin gerçek ve acımasız bir hayatın arka bahçesi olduğunu fark edene kadar.

EMPATİ DUYGUSU

İşin aslı biz kendi saklı bahçelerimizde var olmaya devam etmeye çalışırken binlerce insan hastalandı, hastanelik oldu, yaşam mücadelesi verdi ve öldü. Biz hanemizde var olurken göz ucuyla dışarıda olup bitenin ters köşe hamlelerine kayıtsız kalamadık. Her gün açıklanan tartışmalı vaka ve ölüm sayıları bizim dışımızda bir dünyaya dair verilerdi. Oysa biz de oralarda bir yerde terli ve yorgun maskelerimizle mücadele verseydik tam da kalbimizin ortasına düşecekti kaygı.

Bir yanda çocuğuna virüs bulaştırma korkusundan evini ayıran sağlık çalışanlarını biliyoruz. Diğer yanda online eğitimin başına çocuğunu oturtamadığı için dertlenen ama gece koynunda yatıran ebeveynler var. Normal şartlarda bunları kıyaslamak anlamsız. Bir diğerinin koşullarını bilmek ve bir adım sonrasında empati kurabilmek yeter. Aslında biz 'normal' hayatlarımızda hissedemediğimiz empatiyi bu olağanüstü koşulda da hissedemedik. Şuna artık emin oldum ki hayat tıkır tıkır işlediği müddetçe hayatın kimin için bir kalp ağrısı olduğunu umursamıyoruz. Kendi adıma güvenli hanemin duvarlarını ses geçirmez kılıyorum ki, yüz küsur gündür kayıp kadının, kalbinin ortasından çocukluğu vurulmuş küçük adamın, özgürlüğe ölümüne açların, evlerin içinde canı yanan, ruhu kanayan kadınların ve çocukların sesini duymayayım. Ama bilirsiniz işte olmuyor. Sesini duymasa ateşin sıcağıyla bunalıyor insan. Bu da 'bizim' normalimiz.

Trend belirleyiciler de farkında ki döneceğimiz eski hal, bizim eski normalimiz değil. Bu nedenle adına 'yeni normal' demişler. Demeye çalıştıkları şey şu: Her şey sınanacak, her şey masaya yatırılacak, her şey ayıklanacak, her şey yeniden kurgulanacak. Peki, siz böyle bir efor harcamaya hazır mısınız gerçekten? Ya da zamanı geldiğinde su yolunu bulur mu? Dünya genelinde milyonlarca insan işsiz kaldı ve kalacak. Belli ki küresel anlamda kartlar yeniden dağıtılacak. Biz ne hissedeceğiz bu değişim/ dönüşüm karşısında? Bir insan için yaşamını, temel ihtiyaçlarını, güvenliğini sağlamaktan öte öncelik olur mu? Gerçekten de uğraşmamız gereken çok şey var gibi görünüyor. Psikolojik ihtiyaçlarımıza gelince onlar için de en basit düzeyden en üst noktaya kadar kabak çiçeği gibi açılacak. Herkes el yordamıyla bu yeniden kurgulanan dünyanın eksiğini elinin altındaki duygu repertuvarıyla tamamlayacak. Herkesin telaffuz ettiği gibi belki de salgından sonra en çok diyetisyenler, boşanma avukatları ve psikologlar çalışacak. Kilo konusu tamamen tıbbi sağlıkla da ilgili olduğu için bir şey söyleyemem ancak boşanma ve terapiye başlama gibi konular açısından iki defa düşünülmesi gerektiğini düşünüyorum. Daha önce yaşadığımız bir durum içinde değiliz ve bu çerçeve içinde algıladığımız kendiliğimiz, isteklerimiz, ilişkilerimiz konusunda birden fazla kez düşünmeliyiz.

FİLTRELİ GEÇMİŞ

Normal olan neydi emin olmadan normale dönmeye çalışmamalı. Kabul etmek gerekir ki bir sürü duyarsızlık, temassızlık, haksızlık ve inançsızlık içinde yaşayıp duruyorduk. Bugün olduğumuz noktadan başımızı çevirip geçmişe doğru baktığımızda gördüğümüz şey filtreli. Hem de bu filtre sadece figürü değil fonu da afili bir tona kavuşturuyor. Yanılmamak lazım. Oysa o kadar yoğun bir şekilde öngörebilmeye ihtiyacımız var ki bildiğimiz geçmişi mihenk taşı gibi alıyoruz. Bu süreç bize gösterdi ki bu önümüzdeki on yıllarda karşılaşacağımız tek salgın değil. Dünyanın felaketlerle dolu olduğu algısını 7/24 yaşayan kaygı bozukluğu hastalarını ister istemez çok daha iyi anlıyoruz. Kötü şeyler olabilir ve ben iyi şeylerden mahrum kalabilirim düşüncesi başından kabul edilmesi gereken bir durum. Aslında hep böyleydi ama reel dünyamızın normal sınırlarına ulaşamadan hava boşluğunda kayboldu gitti. Her şey bir yana dünya güzel bir yer ve ne kadar sorgularsak sorgulayalım bizim normalimiz gerçek ve keyifliydi. Yine unutmayalım ki bundan sonra normalleşecek ne varsa önce karıştıracak, sonra yoracak ve en son yine huzur verecek. Normal koşullarda elbette…