Boynu bir polisin dizi altında ezilen siyah ABD vatandaşı George Floyd’un son cümlesi, sadece üç sözcüktü: I can’t breath! (Nefes alamıyorum). O üç sözcük, Floyd’dan da önce, 2014 yılında New York’ta polis tarafından boğularak öldürülen Eric Garner’ın da çığlığıydı!

O çığlık ABD sınırlarını aşarak milyonların ağzında “Nefes Alamıyoruz” oldu, yine “alamıyorum” şeklinde söylense de. Irkçılığa, baskıya, şiddete karşı çıkışın, eşitlik ve adalet arayışının ve dayanışmanın sloganı oldu.

Beyazdık, ama boğazı polisin dizi altındaki siyahtan ayrı görmüyorduk kendimizi. O nefes alamıyorsa biz de alamıyorduk. ABD sokakları haftalarca böyle haykıran her renkten insanla doldu taştı.

Bir sembol oldu polisin insanın soluğunu kesen dizi ve ona karşı yükselen “Nefes Alamıyoruz!” sesleri.

Nefes alacağız ve bu hep birlikte, dayanışma içinde “Nefes alamıyoruz!” diye haykırdığımızda olacak.

Hep birlikte, ele ele, omuz omuza haykırdığımızda; siyahın da beyazın da, kadının da çocuğun da, LGBTİ+’nın da, göçmenin de yaşamı önemli olacak!

Hafta sonunda Taksim’deki LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’ne polis müdahalesinden geriye iki fotoğraf kaldı. Birisi meslektaşımız Bülent Kılıç’ın boynuna basılarak gözaltına alınması. Diğeri, olup bitenlerin epey uzağında Galatasaraylı milli futbolcu Taylan Antalyalı’nın “Powered by pride” (Gücünü onurdan alan) gökkuşağı renkli bir tişörtle fotoğrafı. İlki boğan, ikincisi nefes alma adına umut olan iki fotoğraf.

Antalyalı’nın son derece sıradan sayılabilecek hali, ne yazık ki, memleketin nefret ortamında ve yine ne yazık ki “gazeteci / yorumcu” geçinen kimilerinin tepkileri dikkate alınınca “cesaret”e dönüşüyor.

Şimdi en fazla ihtiyacımız olan şey; cesaret!

Artık bu memleketin sokaklarında en sıradan işleri yapmak, işinizi yapmak cesaret gerektirir oldu. Bunun son tanığı da, “canımıza kastedildi” diyen AFP foto muhabiri Bülent Kılıç oldu işte: “Yıllardır savaş bölgesinde haber yapıyorum. Bir keskin nişancı, bir gazeteci öldürdüğünde 100 düşman askeri öldürmüş sayılır. Savaş alanı böyledir. İstanbul’da barışçıl bir hak arama eylemi yapılıyor. Haberinizi yapar sağ salim eve dönersiniz. Ben dün savaşta aldığım riski aldım sokaktaki eylemde. Savaş alanından gazeteci mi eksiltmeye çalışıyorsunuz? Ben Türkiye Cumhuriyeti’nde yetişmiş, uluslararası alanda çalışan, bilinen bir gazeteci olarak söylüyorum bunu, siz neyi eksiltmeye çalışıyorsunuz? Canıma kastedilmeye çalışıldı, nefesim kesilmek istendi.”

Nefesimiz kesilmek isteniyor! En sıradan, en anayasal hakları kullanmak için sokağa çıkmak, savaş alanlarında dolaşmak kadar tehlikeli oldu. Kendisinden yana olanları uçaklarda gezdiren, saraylarda ağırlayan, kendisini eleştirenleri de demeyelim, kendisinden yana olmayanları yerlerde süründüren bir iktidarın elinde, gazetecilikten geriye neredeyse hiçbir şey kalmadı.

Nefes alacağız, ama ancak nefes alamadığımızı hep birlikte haykırdığımızda!

15 basın meslek örgütü bugün Ankara, İstanbul ve İzmir’de valilikler önünde Bülent Kılıç’a uygulanan polis şiddetini protesto ederek “Nefes alamıyoruz” diyorlar. O iki sözcük, birlikte haykırınca, “Basının nefesini kesemezsiniz!”e dönüşüyor.

Meslek örgütlerinin ortak açıklamasında da denildiği gibi; “Emniyet güçleri bu hareketleri ile halkın gerçekleri öğrenme hakkını engellemektedir; nefessiz bıraktıkları yalnız meslektaşımız değil, halkın bu hakkıdır.”

O yüzden, bütün gazeteciler, yalnızca gazeteciler değil haber alma hakkından vazgeçmek istemeyen her vatandaş, sesini sesimize katıp “Nefes alamıyoruz!” dediğinde, nefes alacağız.

Mutlaka alacağız!