Her ne kadar birileri tarafından etliye sütlüye dokunmamaları istense de sporcular yine ötekinin sesi olacak gibi gözüküyor, tarih bize bunu gösteriyor

Nefes alamayanlar

Amerika’da polis tarafından öldürülen George Floyd tüm dünyada manşetleri süslüyor. Nefes alamadığını söylemesine rağmen boynuna şiddetle basan bir dizdi ölümünün esbab-ı mucibesi. Spor dünyası da cinayete sessiz kalmazken, parkelerin kralı LeBron James’in paylaşımı sosyal medyayı sarsıyordu. Basketbolun yaşayan efsanesi bir tarafa Floyd’un boynuna bastırılan o dizi koymuştu, öbür yana Amerikan Milli Marşı sırasında diz çökerek büyük bir sivil itaatsizlik eylemini başlatan Colin Kaapernick’ti.

Irkçılığı protesto eden Amerikan futbol oyuncusunun 2016’daki hareketine sonradan birçokları katılmış, kültleşen sporcu Donald Trump’ın hışmına da uğramıştı. Başkan’ın tavsiyesiyle takım bulamayan oyun kurucuyu Nike’ın reklam yüzü olarak seçmesi de Yeni Kıta’da çok tartışılıyor, markanın bu yüzden zarara uğradığı vurgulanıyordu.

Floyd ne ilk, ne de son! Pandemi günlerinde insan geçmişe dönüyor ya ben de müsaadenizle 18 Aralık 2014’te yine bu gazetede yayımlanmış eski bir makalemi anımsatmak istiyorum…

“Bir süredir NBA'de bir kampanya var. Basketbolun ilahları parkelere 'I Can't Breathe' (Nefes alamıyorum) tişörtüyle ayak basıyor. Söz konusu isimler Kobe Bryant, LeBron James, Derrick Rose olunca, akan sular duruyor fakat giden gelmiyor.

Aslında her şey New York'ta 17 Temmuz'da başlamıştı. Bir Amerikalının internete konan görüntüleri infiale neden olmuştu. Adı Eric Garner'dı, altı çocuk babasıydı. Kaçak sigara sattığı gerekçesiyle gözaltına alınmaya çalışılırken, bir grup polis memuru tarafından yere yatırılan adam hayatını kaybediyordu.
Amatör video kaydı oldukça hazindi. Emniyet görevlileri Garner'ın boğazını sıkarak kelepçe takmaya çalışıyordu. Defalarca onlara “Nefes alamıyorum” dediyse de derdini anlatamıyordu. Astım hastasıydı...


Yapılan otopside 43 yaşındaki Garner'in nefes alamadığı için hayatını kaybettiği tespit edilmişti. Suçu kuvvetle muhtemel teninin renginde saklıydı.
İşte onun can verirken çekilen görüntüleri milyonları etkiliyor, birçok sporcuyu da harekete geçiriyordu.

Her ırktan basketbolcular aynı tişörtü giyiyordu. Onlara Amerikan futbolcuları da katılmıştı. Amerikan futbolu demişken, St. Louis Rams ile Oakland Raiders karşılaşmasının başında Rams oyuncularının ellerini havaya kaldırdıklarını anımsatmalı. Onlar Ferguson'da Ağustos ayında öldürülen 18 yaşındaki Michael Brown'ın katili polis memuru Darren Wilson hakkında verilen takipsizlik kararını protesto ediyordu. St. Louis'deki emniyet teşkilatının yoğun çabasına rağmen

“Eller yukarı, ateş etme” eylemine NFL yönetiminden ceza çıkmadı, tıpkı NBA'de de olduğu gibi.

nefes-alamayanlar-737096-1.Dünyanın en büyük spor organizasyonlarını idare edenler milyonları peşinden sürükleyen, tüm dünyada tanınan yıldızların seslerini çıkarmasını desteklerken, NBA'in patronu Adam Silver “nefes alamayan” oyunculara bir yaptırım uygulanmayacağını söylerken, saha içindeki kuralları da hatırlatıyordu.

Oysa 1968'de tepki netti. “Olimpiyat değil, devrim istiyoruz” diye haykıran Meksikalı öğrenciler keklik gibi avlandıktan 10 gün sonra Oyunlar'ın meşalesi yanmıştı. Bugün poster olan 200 metre yarışının seremonisindeki iki Amerikalı atletin kariyeri anında bitmiş, Avustralyalının yoluna taş konmuştu. Tommie Smith birinci, John Carlos üçüncü olmuş, gümüşse Avustralyalı Peter Norman'a gitmişti.

Amerikan Millî Marşı çalınmaya başladığında, siyah atletler yumruklarını sıkıp göğe kaldırdılar. Smith’in sağ, Carlos’un sol eli havadaydı. Sıktıkları yumruklarındaki siyah eldiven dikkat çekiyordu. Sağ yumruk Siyah Amerika’nın gücünü, sol yumruk Siyah Amerika’nın birliğini, Smith’in boynundaki siyah atkı da siyahların gurunu temsil ediyordu. Sadece çorapları vardı zira o çoraplar Amerika’daki siyahların yoksulluğunu betimliyordu. İkinci olan Avustralyalı Norman - ki daha sonra Avustralya’nın çıkaracağı Olimpiyat şampiyonu Aborjin Cathy Freeman’a ilk destek veren olarak bilinecekti- göğsüne Olympic Project for Human Rights’ın amblemini iliştirmişti.

Bu proje Harry Edwards adındaki bir sosyoloji öğrencisi tarafından geliştirilmiş ancak hayata geçmemişti. Hedeflenen Amerikan takımındaki siyah atletlerin oyunları boykot etmeleriydi. Afrika’dan da bu projeye destek beklendiyse de beklenen olmamış ve boykot yapılamamıştı.

Başta büyük tepki çeken bu iki cesur Amerikalı, otuz sene sonra sayısız ödülle mükâfatlandırılmış, heykelleri bile dikilmişti. Eğer boykot gerçekleştirilseydi, sadece boykotçular arasında anılacaklardı. Onun yerine Martin Luther King’in vurulmasından birkaç ay sonra tüm dünyanın gözleri önünde sadece onurlarıyla var oldular. 9 Ekim 2006'da da arkadaşları Norman'ın tabutunu taşıdılar.

Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) Başkanı Amerikalı Avery Brundage spora politika karıştırılmasına köpürmüştü. 1929’da Amerikan Olimpiyat Komitesi’nin başına geçen spor insanı, 1936 Berlin Olimpiyatları’nda yarışacak iki Amerikalı Yahudi sporcu Sam Stoller ile Marty Glickman’ı son gün koşturmayarak Nazilerin ekmeğine yağ sürmüştü. 1972 Münih Olimpiyat Oyunları'nda İsrailli sporcu ve antrenörlerin öldürülmesinden sonra organizasyonun devamına karar veren Brundage, burada ayrıca iki 400 metrecinin kalemini kırmıştı. Amerikan Millî Marşı’yla oralı olmayıp kendi aralarında sohbet eden Vincent Matthews ile Wayne Collett de spordan men edilmişti.

Dün dündü. Bugün..."

Pandemi zamanında da değişen pek bir şey yok. Her ne kadar birileri tarafından etliye sütlüye dokunmamaları istense de sporcular yine ötekinin sesi olacak gibi gözüküyor, tarih bize bunu gösteriyor. Küçücük bir virüs yüzünden sporun durduğu, hayatın alışmadığımız bir şekilde aktığı günlerde nefes almak giderek zorlaşıyor; boğazımıza ayrıca basmanıza gerek yok!