Son haftalarda peşi sıra açıklanan veriler Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu krizin ağırlığına işaret ediyor. Ama daha önemlisi bu durumun gelip geçici olmadığına, acilen önlemler alınması ve bu önlemlerin de her zamankinden farklı bir anlayışa dayanması gerektiğine işaret ediyor. Hem siyasi hem de ekonomik olarak farklı bir anlayışa. Büyümüyoruz. Hatta 2018’in son çeyreğinde ekonomi yüzde 2,4 […]

Son haftalarda peşi sıra açıklanan veriler Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu krizin ağırlığına işaret ediyor. Ama daha önemlisi bu durumun gelip geçici olmadığına, acilen önlemler alınması ve bu önlemlerin de her zamankinden farklı bir anlayışa dayanması gerektiğine işaret ediyor. Hem siyasi hem de ekonomik olarak farklı bir anlayışa.

Büyümüyoruz. Hatta 2018’in son çeyreğinde ekonomi yüzde 2,4 küçüldü. Ekonominin küçülmesi üretimin olmadığı, gelirlerin azaldığı anlamına geliyor. Nitekim 2018’de belirginleşen bu küçülme eğilimi, geçmiş kriz deneyimlerimizi düşündüğümüzde daha endişe verici. Çok uzağa değil, 2000-2001 ve 2008-2009 yıllarında yaşanan sert daralmaların eğilimlerine bakmak yeterli.

İşsizlik artıyor. İstihdam azalıyor. Üretimdeki düşüşün bir sonucu. İşgücüne katılım da yerinde sayıyor. 2018’de kurumsal olmayan 15 ve yukarı yaştaki nüfusta 653 bin artışa rağmen toplam işgücü sadece 378 bin arttı. 2018’de 1 milyon 11 bin kişi daha işsiz kaldı ve toplam 4 milyon 302 bin kişi işsizlikle baş başa bırakıldı. Baş başa bırakıldı diyorum çünkü işsiz kalanların dayanacağı sosyal güvenlik ağı, işsiz kalanları değil işvereni güvenceye almış durumda. İşsizlik Sigorta Fonu verileri bu gerçeği tüm çarpıcılığıyla karşımıza koyuyor. Fona giren her 100 liranın 50.4 lirası işverene aktarılıyor.

2018’de dolar cinsinden kişi başına gelirimiz 9 bin 632 dolar ve bu gelir düzeyi 2007’deki gelirimizden düşük. Geçen 11 yıl içerisinde fakirleşmişiz. Yan gelip yattığımızdan değil bu fakirleşme. Bu 11 yıl bırakın yan gelip yatmayı, yorulduk toplum olarak. Siyasetin iktidarın elinde bir ötekileştirme, ayrıştırma aracına dönüştürüldüğü; bu ayrıştırmanın tüm toplumsal ortak değerlerimize açık bir saldırı ile gerçekleştiği, demokratik haklarını kullanarak iktidarı bu ayrıştırmanın tehlikelerine karşı uyarmaya çalışan herkesin hain ve hatta terörist olarak suçlanarak toplumsal yarılmanın sertleştirildiği bir 11 yıldan bahsediyoruz.

OECD sosyal sermayeyi “ortak değerler, normlar ve grup-içi veya gruplar arası dayanışma ve işbirliğini kolaylaştırıcı anlayış bütünü ve ağı” olarak tanımlıyor. Bütün çalışmalar ve deneyimler sosyal sermaye birikiminin, hem üretim açısından hem de en geniş tanımıyla refah açısından büyük faydaları olduğuna işaret ediyor. Dünya Mutluluk Raporu hayatlarını dayanışmayla sürdüren bireylerin ve toplumların hem süreçte daha mutlu hem de çok daha verimli olduklarına işaret ediyor.

Sosyal sermayenin bu tanımı toplumsal bütünlüğün ve dayanışmanın ancak güvene, bilginin ve fikirlerin özgürce paylaşımına, dürüstlük ve şeffaflık gibi birleştirici değerler üzerine kurulabileceğine işaret ediyor. Bu tanımıyla sosyal sermayenin birikimi için ihtiyacın, kapsayıcı kurumlar olduğu da ortaya çıkıyor.

İhtiyacımız kadınların özgürlük ve eşitlik taleplerini gazda boğmayacak, “seçime girebilse dahi bir bedel ödeyecektir” diyerek adayları ve seçmeni tehdit etmeyecek gerçek bir demokrasi. İhtiyacımız, gerçeği değil yalanı, kendi seçtiği tırnak içlerinden büyüten yandaş ve tek sesli basın yerine özgür ve tarafsız, gerçek gazeteciliğin büyütülmesi… İhtiyacımız toplumu inançları, etnik kökenleri ve yaşam tarzları üzerinden ayrıştırmayacak, ırkçı, radikal dinci, faşist bir teröristin saçtığı ölüm vahşetini, miting meydanlarından siyasete malzeme yapmayacak bir anlayış.

Sandıktan çıkacak oyu değil toplumsal bütünlüğü ve ekonomik kalkınmanın ihtiyaç duyduğu güvenle oluşacak sosyal sermayeyi gözeten bir siyaset, yaşamsal bir zorunluluk artık bizler için. İşte 11 gün sonra kullanacağımız oy ile nefret ve ayrıştırma üzerine kurulan siyasete dur demek için, eşitlik, özgürlük, laiklik ve barış değerleri üzerinde yücelen bir siyaseti talep etmek ve kurmak için bir fırsat var karşımızda. Ekmeğimiz için, alacağımız nefes için, yaşama karışabilmemiz için, bir ortak gelecek için.