2017’nin ilk yazısına yeni bir katliamın gölgesinde başlamak çok acı. Buruk yeni yıl temennilerinin ortaklaştığı nokta bir daha 2016 gibi bir yılın yaşanmamasıydı. Bilanço öylesine ağırdı ki peşi sıra saymaya kalkışsak bir ömre yetecek kadar gözyaşı birikirdi. Bizi asıl endişeye sürükleyen ise takvimdeki değişimin bu gidişatı terse çevirmeye yetmeyeceğini bilmemizdi. 1 Ocak’ın ilk saatlerinde yeni yılı kutlayanları katleden terör bu korkunç gerçeğin kanıtlarından biri. Eğlencede, kutlamada, otobüs durağında, alışverişte, çarşı izninde, her yerde öldürülüyoruz. Vatandaşlarını yaşatmaktan sorumlu devlet ise kınama, yayın yasağı ve vaat üçgeninde hapis.

Çok değil iki yıl önce, Davutoğlu Maraş’ta konuşurken “ateş çemberi” içindeki Türkiye’nin bölgesinde “ışıltı ile parladığını” iddia ediyordu. Osmanlıcılık düşlerini stratejik derinlik zanneden Başbakan, devletin yalnızca kendi içinde huzuru ve barışı sağlamadığını sınırları dışına da “ilham kaynağı” olduğunu söylüyordu. Ne de olsa diğerleri “halkları” ile savaşırken, AKP sayesinde Türkiye’de devlet ile millet barışmıştı! Kamu düzeni tamdı! Türkiye’nin önderliğinde Kahire’den Gazze’ye her yerde İslam kardeşliği tesis edilecekti! Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Çünkü teşhis de strateji de projeksiyon da yanlıştı. Kibir ve hamaset bir diplomasi sanatı değildi. Halkla “barışmak” laik kurumları yok etmekten, bürokrasiyi İslamcılara teslim etmekten geçmiyordu. Siyasal İslam’ı devleti yeniden yapılandırma ve etki alanı yaratma ilkesi olarak gören iktidar ortada ne işleyen bir “devlet” ne de “etki alanı” bıraktı.

Huzuru ve istikrarı demokrasi ve özgürlükte değil vekâlet savaşlarında, İslamcılıkta, tek adam yönetiminde arayan iktidar memleket sathını Ortadoğulaştırdı. Zaten ağır aksak işleyen kurumlar, İslamcı odaklar arasındaki muharebede tek tek çökertildi. Hukuk rövanşizmin kör aygıtına dönüştürülürken eğitim İslamcı müktesebatın insafına terk edildi. “Kamu düzeni” adına ne kadar muhalif varsa hapse atıldı. Önce “güvenlik” diye yola çıkanlar, içeride ve dışarıda temel stratejisini savaşmak üzerinden kuranlar, Türkiye’nin her köşesi tekinsiz kıldı. Artık “birinci dereceden tehdit alanları” yok, gündelik yaşamın tüm sahası “muharebe meydanı” olmaya aday.

Yaşama saldırı sadece elinde silah, aracında bomba olandan da gelmiyor. Bürokrasi siyasal İslam’ın temel argümanlarını bir bir hayata geçiriyor. İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri, Valilikler okullara yazı gönderip çocukların mütevazı yeni yıl eğlencesine dahi engel oluyor. Yeni yıl çekilişini sakıncalı bulan Bakanlık, İHH ile birlikte yardım kampanyası için öğrencilerden para topluyor imamlar ve öğretmenler arasında “eğitimde işbirliği protokolleri” imzalanıyor.. Öncesinde kışlaya benzetilmek istenen okullar şimdilerde cami modeline göre dizayn ediliyor. Diyanet İşleri yeni yıl kutlamalarını ve Milli Piyango’yu “gayri meşru tutum ve davranışlar” ilan eden cuma hutbesi okutuyor camilerde. İslamcı gazeteler hutbeye referansla “son uyarı” manşetleri atıyor. Ne de olsa basın özgürlüğü sadece şarlatanlara özgü bu ülkede. Küçük bir protestonun dahi OHAL gerekçesiyle yasaklandığı günlerde İslamcılar meydanlarda, toplu taşıma araçlarında bildiri dağıtıyorlar. Parti binası önündeki kardan adama dahi tahammül edemeyenler kol geziyor sokaklarda. Mesele yılbaşı, eğlence falan değil oysa, dertleri tercihlerimizle, sevinçlerimizle, umudumuzla…

İktidar cephesi “huzur ve istikrar”dan “savaştayız” aşamasına geçti. Kitlesini milli seferberliğin neferleri olarak görmek istiyor. Hedef saptırarak kendine muhalifi “düşman”, saldırganı “masum” yerine koyuyorlar. Tüm eforunu muhalifleri sindirmek üstüne kuran iktidar kendine güvence altına alayım derken yaşamın kutsallığını kendi bekasına kurban ediyor.

Eğer bir savaş varsa bu savaşı çıkartan biz değiliz, memleketi yangın yerine çeviren de biz değiliz. Sadece hedefi bizleriz ve sorumlulardan hesap sorma hakkına sahibiz. Bu dünyayı cehenneme çevirmek isteyenlerin ne denli çok olduğunun farkındayız. İslamcıların silahlısının, silahsızının bizi arzu ettiğimiz gibi yaşamaktan uzaklaştırmak için her yolu denediğini de görüyoruz. Ama susmayacağız, kabullenmeyeceğiz, sineye çekmeyeceğiz. Bu ülkenin aydınlık insanları çocuklarını, bugünlerini ve geleceklerini örgütlü yobazlık karşısında savunacak. Cihatçıların sırtlarını sıvazlayan, onlara yol veren, fanatizmi bir hak olarak gören tüm güçlerden bu memleketi kurtaracağız.

Not: Gazetemiz çalışanı Mahir Kanaat 6 gündür gözaltında, Mahir ve tüm gazeteci arkadaşlarımız serbest bırakılmalıdır.