“Çocuklar eskisine göre daha az kitap okuyor, daha çok televizyon seyrediyor ya da daha fazla uyuyorlar”

“Çocuklar eskisine göre daha az kitap okuyor, daha çok televizyon seyrediyor ya da daha fazla uyuyorlar” Bu tür cümleler ve kıyaslamaları gündelik hayatımızda bolca kullanıyoruz. Aramızdaki konuşmaları dinlediğinizde varacağınız sonuç, şimdiki çocukların bir başka zamanki, daha doğrusu kendi hatırladığımızca, çocuklardan çok farklı olduğu. Peki, farklar neler? Tahmin edilen ya da bize öyle gelenler dışında, sahiden neler oluyor?

Ergenlik erkene 'alındı'. Sekiz yaşındaki kız çocuklarının en az yüzde 20’si ergenlik özelliklerini gösteriyor. Bu oran Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan siyah Amerikalılar için yüzde 43 ve Latin Amerika kökenliler için yüzde 31.

10-30 yıl önceki kuşaklara göre bu oranlar çok fazla, çok yüksek. Beslenme ve metabolizma sorunları, yeme bozuklukları, intihar girişimleri daha erken yaşta ve belki daha yüksek oranda ortaya çıkabilir anlamına da alabiliriz.

Daha çok televizyon, daha çok ekran. Ve de 'sosyal medya'. "Genç olsam facebook’tan çıkmazdım" diyenlerimiz az değil. Gençliğinde kahveden eve gelmeyen delikanlı ile benzeştirebilir miyiz? Evdekilerden uzak durmak isteyen gençler, eskiden kahvehaneden eve gelmeyi bilmezken, şimdi de kahvehaneyi eve getirmiş mi oluyoruz? Gençler yine büyüklerden uzak durmanın, yaşıtlara yakın durmanın bir başka yolunu buluyorlarsa, pek değişmemişler diyebilir miyiz?

Kahvehanede sabahlayan gençlere ilişkin bugünkü anlamda bir veri birikimi pek yok. Ama bugünkü duruma dönük verilere sahibiz. Sosyal medyada ya da oyun sitelerinde sabahlayan gençlerin bu işe ayırdıkları zaman arttıkça, sadece anne-babaları ile değil, arkadaşlarıyla anlamlı bağ kurma süreleri kısalıyor, bağlar zayıf, hemen kopmaya hazır. “Bu gençlerde ideal yok” diyenlerin sesini duyar gibiyim. Onu bilmem, ama daha az ödev yapıyorlar ve daha az kitap okuyorlar. Ekransever gençler böyle. Kahvehanesever olanlar nasıldı?

Geçmiş dönemlerin gençlerinin özelliklerini günümüz ile karşılaştırabilmek için verilere dayalı bilgilere daha fazla ihtiyacımız var. Ülkemizde geçmişten gelen, bizlerin oluşturduğu bilgi birikimi bugünlerle karşılaştırılması zor tipte. Son 20 yıl içinde ülkemizde giderek artan 'ampirik' çalışmaların sağladığı veriler, gelecek kuşak araştırmacılar için ciddi bir birikim oluşturuyor. Bu yola daha erken çıkmış 'Batılı' araştırmacılardan Reef ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışma 24 yıl süre ile izlenen bir toplum kesitinde 'problem davranışlar'ın yıllar içinde neye dönüştüğünü incelemiş.

Sonuç. Kaygılı çocukların önemli bölümü kaygılı yetişkinler olarak hayata devam ediyorlar. Karşı gelmeye, diklenmeye yatkın, gergin yapıda çocuklar ise depresyona kolayca girebilen bireyler oluyorlar. Baştaki hedefsiz, rastgele patlayan öfkeleri giderek kendilerine dönüyor. Bu (ve benzer çok sayıda çalışmada) binlerce kişiden verileri toplamak için değişik soru-cevap ölçekleri kullanılıyor. En yaygın olanı 'Çocuk Davranışlarını Değerlendirme Ölçeği'. Dilimize Neşe Erol tarafından kazandırılmış olan bu ölçek son 20 yıldır geniş kitlelerin ruhsal durumunu yakından incelememizi sağlıyor.

Bu ölçeği kullanarak ülkemizde oluşturulan bilgi birikimi zenginleşiyor. Aksilikler de olmuyor değil. Okul ruh sağlığına gönüllü katkıda bulunma amaçlı PREP derneğinin İstanbul’da yürüttüğü bir çalışmada aynı ölçek okuldaki duruma ilişkin verileri toplama amaçlı kullanıldığında, sorulara kızan okuldaki birkaç velinin haberini manşet yapan Milliyet’e bakarsanız, çocukların kendilerine zarar verici hareketler yapıp yapmadıklarını sorarsanız, çocukların bu hareketleri yapmaya başlayacağını sanabilirsiniz.

Oysa, (usulünce) sormadan öğrenemezsiniz. Sormadan koruyamazsınız. Sormayan, sorgulamayan gençlerden şikâyet eden eski kuşakların, bizlerin sormayı öğrenmemiz gerekiyor. Hazır, klişe cevaplardan başka türlü kurtulamayacağız.