En son Fransa’da olduğu üzere, ne zaman dini referanslı bir cinayet işlense ardından İslamofobya ile ilgili bir tartışma da açılıyor, tartışma hızla her ülkede farklı bağlamlara oturan bir kampanyaya dönüşüyor. Aynı tartışma kendini Charlie Hebdo örneğinde olduğu gibi fikir hürriyeti ve sınırları tartışmasıyla yeniden canlandırıyor. Cinayet veya peygambere hakaret/ifade hürriyeti tartışmasının olmadığı daha “olağan” zamanlarda da, yine Fransa örneğinde olduğu gibi, hükümetin dini kurumlar ve semboller ile ilgili düzenleme planları ortaya konduğunda da aynı tartışma başlıyor. Bu tartışmaların her birinin özgül bağlamı çoğu kez göz ardı ediliyor. Toptancı değerlendirmelere, kampanyalara ve karşı kampanyalara konu ediliyor.

Konu Fransa olduğunda yukarıda andığımız 3 başlıkta da Türkiye’de yürütülen kampanyalar aynı argümanı ileri sürüyor: İslamofobya.

Oysa bir olgu ve düşünce olarak İslamofobya’nın gerçek ve korkunç yüzü kadar, araçsallaştırılmış ve sahte olan bir de ikinci yüzü var. Bunu hemen her tartışmada görmek mümkün.

Selefi cihadizmin son 10 yılda defalarca hedef aldığı Fransa’nın ülkedeki dini kurum ve cemaatlere yönelik düzenleme planları, Yeni Şafak gibi basın mecralarınca ya “İslam Düşmanlığına Sarılmak” ya da “İslam’a Savaş Açmak” biçiminde manşete taşınıyor.

GENEL DÜZENLEME PLANLARI VE İSLAMOFOBYA

Daha önce Sarkozy tarafından da gündeme getirilen bazı yasal düzenleme planları 2018’de Emmanuel Macron’un talimatıyla yeniden gündeme geldiğinde “İslam’a savaş açtı” denilen başlıkların örneğin Türkiye’de zaten uygulanıyor olması nasıl izah edilecek?

2018 de gündeme gelen düzenlemelere göre Fransa’da “valilerin Müslümanlar tarafından kurulan dini ve kültürel derneklerle müzakere toplantıları düzenlemesi” İslam’a müdahale olarak değerlendiriliyor. Yine Fransız İçişleri Bakanlığı tarafından valiliklere gönderilen genelgede “imamların Fransa’da Fransızca eğitim alıp yetiştirilmesi”, “İslami kurum ve kuruluşlar ile camilerde yabancı ülkelerin etkisinin azaltılması”, “temsil gücü yüksek bir derneğin oluşması” gibi konuların ele alınması islamofobik düzenlemeler olarak resmediliyor. Örnekler çoğaltılabilir. 2018’de gündeme gelen bu tartışmaların geçtiğimiz ayki Lise Katliamı sonrası gündeme yeniden taşındığını belirtmekle yetinelim. Yani bunların çoğu tavsiye, planlama, düzenleme aşamasındaki yaklaşımlar ve tek bir olay ile gündeme gelmiş yahut hızla hayata geçirilmiş konular değiller.

FRANSA, TÜRK MODELİNİ UYGULAMAYI DÜŞÜNÜYOR OLABİLİR Mİ?

Ne tezattır ki bu türden tüm konular laikliği hayli tartışmalı bir hükümet yönetimindeki Türkiye’de bile iyi kötü ve bilfiil uygulanmaktadır. Yani, Türkiye’de devletin ve Diyanet’in onayı olmaksızın tek bir ibadethane açılamaz. Bu ibadethanelerin imamları Türkiye’de Türkçe olarak eğitilirler ve devlet memuru statüsündedirler. Ülkedeki dini kurumların ve din adamlarının yabancı etkisinde olmaması da her daim Ankara’nın hassas olduğu konular arasında yer alır.

O vakit ya Ankara, son 18 yılda dahil, 90 yıldır islamofobik yaklaşımlar içindedir, ya da benzer bir yaklaşımı Fransa bir parça gösterdiğinde ona karşı ilkesel olmaktan ziyade araçsal/siyasal bir tutum sergilemektedir. Fransa’nın “camilerde yabancı ülkelerin etkisinin azaltılması” yaklaşımı belli ki sadece selefi cihadizmi destekleyen rejimleri ve çevreleri değil, başta soydaşları olmak üzere Batı’daki Müslüman toplulukları kendi tebaası gibi gören AKP dış politikasını da rahatsız etmiş görünüyor.

Özellikle son 10 yılda yurtdışındaki Türkler ve Müslüman topluluklara yönelik siyasetin Almanya’da, Avusturya’da ve Bulgaristan’da çeşitli vesilelerle kriz başlığına dönüştüğünü anımsayalım.

İSLAMOFOBYA KARŞITLIĞININ ARAÇSALLAŞTIRILMASI!

Devletlerin kendi yurttaşlarına yönelik başka devletlerce yürütülen sosyal medya propagandasını bile içişlerine müdahale olarak gördüğü günümüzde, hiçbir devletin ülkesinde yaşayan insanları başka bir ülkenin enstrümanı, uzantısı olarak görmeye tahammül edemeyeceğini anlamak için dahi olmaya lüzum olmasa gerek. Türkiye ile Avrupa ülkeleri arasında 10 yıl öncesine kadar bu konuda ciddi hiçbir kriz çıkmamışken artık neredeyse her yıl başka bir ülkeyle bu türden krizlerin çıkması tesadüf, komplo ya da başka bir gerekçe ile açıklanır durumda değil.

Bu bakımdan Ankara ve Paris arasında zaman zaman yüksek tansiyonla yürütülen tartışmanın tüm Avrupa düzeyinde takipçi ve taraftarı olduğunu akılda tutmak gerekir. Nitekim konu dini kurumlarla, cemaatlerle ve bunlar üzerindeki “nüfuz” ile de sınırlı değildir. Son yıllarda daha çok Avrupa hükümetinin Bozkurtlar/Ülkücüler olarak anılan MHP bağlantılı diyaspora örgütlenmelerini de bu kapsamda yasaklama tartışması yaptığını kaydedelim.

İkinci olarak, Fetö tecrübesinin altını her gün çizdikten sonra hem kendi ülkesinde yeni ve başka Fetölere karşı yeterince önlem almayan, hem de başka ülkelerin kendi Fetölerine yönelik düzenlemelerini hızlıca islamofobya yaftasıyla mahkum eden AKP dış politikası başta Türkiye kökenliler olmak üzere tüm göçmenleri de hayli zor duruma sokmaktadır.

NEO-FAŞİZM OLARAK İSLAMOFOBYA!

Zira göçmenler bir yandan bu sahte islamofobyanın araçları haline getirilmekten mustarip, bölünmüş ve ikilemlerle yüz yüze bırakılmış kalırken, diğer yandan da yükselen ırkçılığın psikolojik ve fiziksel saldırı temeli olan gerçek ve korkunç islamofobya ile mücadele etmeye çalışıyorlar. Büyük çoğunluğu yoksul Müslüman coğrafyalardan gelen göçmenleri “gayrı-Müslimlere şiddeti emreden bir dinin taşıyıcıları” olarak damgalayan ve bu irrasyonel korkudan beslenen gerçek islamofobya şüphesiz faşizmin yeni yüzlerinden birisidir.

Gerçek ve korkunç olan islamofobya ile mücadele edebilmek için sahte islamofobya-karşıtlarından ayrışmak kaçınılmaz görünüyor. Zira ırkçı sağ partilerin ikinci ya da yükselen parti olduğu ülkelerde islamofobik söylemi savunanlar ile onu kendi ülkesindeki baskıcı, şoven, kadın düşmanı, cinsiyetçi ve otoriter siyasetin dayanağı haline getirenler bir madalyonun iki yüzü gibidirler. Bakın bu birbirine düşman görünen akımların ortak lügatında en sık tekrarlanan neler var: Kürtaj karşıtlığı, muhafazakârlık, yabancı düşmanlığı, etnik farklı gruplara yönelik nefret ve dışlama, tek dil, tek millet vb. kavramlar.

Avrupa ülkelerinde islamofobyanın faşizmin yeni yüzlerinden biri olduğu tespiti ne kadar gerçek ise onun Türkiye, Ürdün, Pakistan gibi Müslüman ağırlıklı toplumlarda mevcut olduğunu ileri sürmek de o kadar yanıltıcı bir tespittir. Müslüman coğrafyada kadına, çocuğa, farklı inanç sahibine farklı din mensubuna, ateiste, farklı cinsel yönelim sahiplerine her gün uygulanan şiddetli ayrımcılık islamofobik değil, onun aynadaki yansıması olan siyasal İslamcılık temellidir.