Tarım alanındaki deneyimli gazetecilerden Ali Ekber Yıldırım, dünyanın tarımda korumacı politikaları devreye soktuğunu ve bunun bir nevi gıda milliyetçiliği olarak da değerlendirilebileceğini söyledi. Tarımda neoliberal politikaların iflas ettiğini vurgulayan Yıldırım’la koronavirüs salgınının ülke tarımında yaratacağı etkileri konuştuk

Neoliberalizmin iflası gıda milliyetçiliğine yol açtı

NAMIK ALKAN

Koronavirüsle birlikte gıdaya artan talep “ya kıtlık olursa” düşüncesini de akıllara getirirken tarım politikalarının önemini bir kez daha hatırlattı. Tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım, koronavirüsle birlikte hem dünyada hem de Türkiye’de bir kez daha gıdanın, tarımın ne kadar önemli olduğunun ortaya çıktığını söyledi. Ali Ekber Yıldırım BirGün’ün sorularını yanıtladı.

Koronavirüs salgınının tarım sektörüne etkileri neler olur? Hayat neredeyse durma noktasında ve henüz salgının ne zaman biteceğine dair bir öngörü de yok.

Benim izlediğim ve gördüğüm kadarıyla koronavirüsle birlikte hem dünyada hem de Türkiye’de bir kez daha gıdanın, tarımın ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmış oldu. Eskiden de önemseniyordu ama sınırların kapatılmasıyla bir kez daha görüldü ki, her ülke en azından kendisinin üretebileceği ürünleri üreterek dış ticaret konusunda hemen korumacı bir yapıya geçti.

Son yıllarda yazdığım gibi Türkiye’nin tarımsal potansiyeli ithalat bile yapmadan kendine yetebileceği gibi, birçok ülkeye gıda ihraç ederek o ülkelerdeki insanları da besleyecek bir yapıya sahip. Tabii hükümet özellikle son yıllarda daha da şiddetlendirerek gıda enflasyonuyla mücadele ediyoruz adı altında-bence bu bir bahane-temel felsefe olarak ithalata dayalı bir tarım politikası uyguluyordu. Yani fiyatı artan her ürünü hadi ithal edelim, Tarım Bakanı’nın ‘Paramız var ki ithal ediyoruz’ sözü bile bunu anlatıyor. Ancak bugün geldiğimiz noktada paran olsa bile ithal edemeyeceğin bir dönem yaşıyoruz. Belli ürünlerde belli ülkeler ihracat yasakları uyguluyor.

Patates ve soğanda biz de uyguluyoruz. Patates ve soğanda koronavirüs etkisinden çok geçen seneki ithalatın korkusuyla yapıldı. Sezona kadar yetmezse önce ucuza ihraç edip sonra pahalıya ithal edeceğiz. Böyle bir duruma düşmeyelim diye ocak ayı başında böyle bir karar alındı. Ancak limon ihracatının sınırlandırılmasıyla ilgili karar yeni. Rusya’nın buğday ve tahılla ilgili önce 10 günlük yasak uygulayacağını açıklaması sonra Haziran’a kadar kota sistemi getirerek toplamda en fazla 7 milyon ton ihracata izin vermesi yine bu koronanın bir etkisi. Avrasya Ekonomi Birliği ise 20’den fazla ürünü yasak getirdi. Bunların içerisinde un, sarımsak, soğan, soya, kepek, soya ve ayçiçeği çekirdeği var. Bunlardan bir kısmını biz Türkiye olarak da ithal ediyoruz. Dolayısıyla dünyada bu korumacı politikalar devreye girdi. Bunu bir gıda milliyetçiliği olarak da değerlendirebiliriz. Önce kendimize yeteriz dediğimiz zaman bir nevi gıda milliyetçiliği yapıyoruz.

Koronavirüsüyle birlikte tarım sektörünün önemi daha mı iyi anlaşıldı? Öte yandan bu aylar bazı tarım ürünleri için ekim ve dikim zamanı. Mevsimlik meyvelerin hasat zamanı da yaklaşıyor. Neler söylemek istersiniz?

Hep deniyor ya koronavirüsü bir şekilde atlatılacak bir şekilde ama yeni dünya düzeni kurulacak diye. İşte bu yeni dünya düzeninde bana göre tarım ve gıda birinci sıraya konulacak. Artık insanlar gördüler ki teknoloji ne kadar neoliberalizmin-iflasi-gida-milliyetciligine-yol-acti-714077-1.yüksek olursa olsun gıda ve tarımda eğer belli bir güce sahip değilsen sıkıntı yaşandığı görüldü. Bu nedenle ülkeler buna daha fazla önem verecek. Tarımın, gıdanın temeli olan tohumun çok uluslu şirketlere bırakılmayacak kadar önemli olduğunu tekrar hatırlatmak istiyorum. Türkiye açısından baktığımızda da eğer üretimini planlayıp, yaparsa sıkıntı yaşamayacaktır. Şu dönem özellikle hasat dönemi ve ekim, dikim zamanı. Özellikle yaz dönemi sebzelerinin ekildiği dönem.

Anadolu’da bir imece usulü birbirine destek olma durumu var. Burada biraz daha ticari olarak üretim yapan insanlar için sıkıntı var. Bu da temelinde tarımdan koparılan çiftçi, özellikle 2000 yılından sonra doğrudan gelir desteğiyle çiftçi tembelleştirildi. Eskisi gibi çiftçiler artık kendi ürününü bile toplamak istemiyor. İşi başkasına yaptırmak istiyor. Bir de gerçekten mevsimlik tarım işçilerine ihtiyacı olduğu için o üretimi sürdürmek için. İçişleri Bakanlığı genelge yayınladı. Bu yayınlanan genelgeler çerçevesinde mevsimlik işçilere şu anda izin veriliyor. İzmir’e mesele geçen sene 25 bin mevsimlik işçi gelmiş. O bölgedeki valilerle görüşmeler yapılıyor. İşçilerin bu bölgeye ulaşımı, geldikten sonra barınma yerleri, sağlık kontrolleri yapılarak hem hasat, hem de üretim yapılacak gibi görünüyor. Ancak mevsimlik işçi sorunu koronadan da önce Türkiye’nin kronik problemlerinden birisi. Virüs olsa da olmasa da çalışma koşulları, barınma koşulları bir çözüm bulunması gerekiyor.

Tohum ekilip, hasat yapıldığında her şey yoluna girecek mi?

Burada tohumu ektim veya ürünü hasat ettim iş bitti değil, asıl ondan sonra iş başlıyor. Hasadı yapıyor çiftçi o ürünü kim alacak asıl sıkıntı orada ve ona da çözüm bulunması gerekiyor. Yine ürünü ekti, gübre verecek mazot harcıyor, elektrik harcayıp sulaması gerekiyor bunlar da çok pahalı. Bu kalemlerin her birinde ciddi indirimler yapılması gerekiyor. Mazotta ÖTV alınmasa ciddi bir destek olur. Bunun gibi üretimi sürdürülebilir hale getiren önlemler alınması gerekiyor.

Koronavirüs salgınının tarım sektörüne etkilerini tarım işçileri açısından değerlendirebilir misiniz? Ekim, dikim ve hasat zamanlarında mevsimlik işçi hareketliliği artacak. Bu alanda ne gibi sorunlar ortaya çıkabilir?

Türkiye geneli için 350 bin mevsimlik işçi diyen de var 1 milyon diyende var. Ama yıl bazında yaklaşık olarak 1 milyon insan hareket halinde diyebiliriz. Mesela Ege’ye geliyorlar, kiraz ve çilek hasadı yapılıyor. Çukurova’da soğan ve patates hasadı olacak. Antakya’da yine soğan hasadı var. Hububatla ilgili hasatlar başlıyor. Sonrasında Karadeniz’e fındık ve çay toplamaya gidecekler. Sonra yine Ege’de, Marmara’da ve Antakya bölgesinde zeytin hasadı başlıyor. Baktığımız zaman bir yıl içerisinde 1 milyon insan sürekli hareket halinde. Bu virüs şartlarında oldukça riskli bir durum. Hem kendi sağlıkları için hem de gittikleri yerdeki insanların sağlıkları açısından ciddi denetimler olmalı. Sonrasında da devamlı kontrollerin yapılması lazım. Bu salgın kırsalda yaygınlaşırsa asıl o zaman tarımsal üretim tehlikeye girmiş olur.

Salgın sürecinin uzaması ne gibi sıkıntılara yol açar?

Salgın süreci uzarsa bazı konularda sıkıntı yaşayabiliriz. Üretimi devam ettirecek ve o üretilen ürünü pazara sunacak lojistiğin, çalışmaların hepsi normal olarak sürdürülürse bir sıkıntı olmaz. Ancak bize bağlı olmayan bir takım sorunlar var. Mesela buğday örneğini verecek olursam. Türkiye 2019 yılında 19 milyon ton buğday üretti, yaklaşık 10 milyon ton buğdayda ithal etti. Bu ithal edilen buğdayda makarna ve un ihracatı için kullandı. Buğdayı alıyoruz ve makarna ve un yapıp ihraç ediyoruz. Bunu yapmak zor olabilir. Yerli üretimden yapılmaya çalışılırsa iç piyasada sıkıntı olabilir.

Yerli buğdaydan makarna ve un ihracatına kısıtlama getirilebilir. Daha önce bu bir kez yaşandı. Rusya eğer bu kısıtlamayı devam ettirirse bu ihracat olumsuz etkilenebilir. Şu dönem salçalık domates için fideler dikiliyor. Fide dikimi az olursa, salçalık domates az olursa hem ihracatta hem de iç piyasada sıkıntı olabilir. Avrupa’da marketler yağmalandı yerine ürün koymakta zorlandılar ama Türkiye’de ben öyle bir sıkıntı görmüyorum. Çünkü yaşayanlarında hep bir ayağı zaten kırsalda. Ekonomik kriz dönemlerinde hemen oraya gidip ihtiyacının bir bölümü o bölgelerden karşılıyor veya üretim yapıyor. Dolayısıyla Türkiye’de öyle veya böyle karşılanır ama özellikle yoksul kesimler bundan çok etkilenir. Üretim az olursa fiyat yükselir, fiyat yükselince de yoksul kesim bundan daha olumsuz etkilenir.

Ülkelerin kendi içlerine dönük tarımsal üretimlere yönelmesi ve gıda milliyetçiliği neoliberal politikaların iflası anlamına mı geliyor?

Koronavirüsün şimdiye kadar etkisiyle sınırlar bir anlamda kurulmuş oldu. Avrupa Birliği’ne baktığımız zaman işte birbirlerine ürün alıp, satmadı. Avrupa Birliği ortakların politikası diye 1950’lerden bu yana uygulanan sistem bir anda ‘Ben kendi ürünümü kendim tüketeceğim’ şekline dönüştü. Koronavirüsten önce de bir nebze başlamıştı özellikle Almanya’daki ve Fransa’daki üreticiler İspanya’dan gelen tırları engelliyorlardı. Sütle ilgili ciddi sıkıntılar yaşandığında yerli malı tüket kampanyaları başlatılmıştı.

Tarımı güçlü olan ülkeler Avrupa Birliği desteklerinin devam etmesini istiyor. Tarımı zayıf olan, dışarıdan alan ülkeler biz niye çiftçilere bu kadar destek veriyoruz diye düşünüyorlardı. Şimdi onlarda artık İngiltere gibi kendi üretimimi nasıl yapabilirim ona bakacaklar. Bu sınırlar bence bu süreçte kurulmaya başlandı. Ülkeler artık önceliklerini ona göre belirleyecek. Kendi içine dönük tarımsal üretimini, çeşitliliğini yeniden değerlendirecek. Ben evrensel bakmaya çalışıyorum ben bile bazen Türkiye önce kendine yetmeli diye düşünüyorum. Birazda çiftçiyi koruma güdüsüyle bakıyorum. Türkiye’de ithalat çiftçiyi gerçekten tarumar etti, insanları üretimden kopardı. Dolayısıyla böyle yeniden gıda milliyetçiliği önce ben, benim vatandaşım diye düşünülmesi neoliberal politikaların iflası anlamına geliyor.

GECİKMENİN FATURASI AĞIR OLUR

Hükümetin ne tür önlemler alması gerekiyor? Tarım sektörü zaten kriz içinde. Salgın nedeniyle hükümetin alması gereken önlemler nelerdir?

Bazı ürünler için ekim, dikim zamanı. Bazı ürünlerde ise hasat zamanı. Her ikisinin de zamanında yapılması gerekiyor. Yaşanacak herhangi bir gecikmenin üreticiye, tüketiciye ve ülke ekonomisine faturası ağır olur. Devlet tarafından elektrik, mazot gibi çiftçinin satın almakta en çok zorlandığı girdilerde fiyat indirimi, vergi alınmaması benzeri desteklere şiddetle ihtiyaç var. Girdilerin uygun fiyata sağlanması, üretilen ürünlere üretim garantisi verilmeli. Bu sözle değil uygulamaya geçilmesi gerekiyor.

Ürünü tarlada olan ve satamayan çiftçinin ürün nasıl alınacak? Ödemesi nasıl yapılacak? Bunların tek tek açıklanması ve uygulanması gerekiyor. Sadece hasat etmek yetmiyor. Hasat edilen ürünün içerde veya dışarıda pazara ulaştırılması gerekiyor. Hububat ve bakliyat ürünleri ile ilgili hasatta çok önemli sorunların yaşanması beklenmiyor. Ev tüketimi artıyor. Restoranlar, oteller, turizm sektörüne yönelik alımlar adeta sıfırlanırken, süpermarketlere yönelik satışlarda artış var. Bu yeni sisteme uygun üretim ve dağıtım kanallarının oluşturulması gerekiyor.

Bazı ürünlerde üretim fazlası olacak. Bunların nasıl değerlendirileceği şimdiden planlanmalı. Tarımsal ürünleri hammadde olarak alıp işleyen gıda imalatçıları, sanayiciler fabrikalarını açık tutarak bu dönemde ürünleri işleyerek iç piyasaya veya ihracata sunuyor. Gıda işletmeleri için özel önlemler, destekler sağlanmalı. Fabrikada çalışanlara mutlaka kontroller yapılıyor. Ancak fabrikadan çıktıktan sonra sokağa çıkma yasağı olmadığı için işçiler salgına yakalanma riski ile karşı karşıya. Bir kişide pozitif vaka görülünce fabrika 14 gün kapatılıyor. Hem tarımsal ürün işleyemiyor hem gıda üretimi yapılamıyor.

Gıda üretimine özel ve koruyucu önlem alınmalı. Sağlık, gıda ve benzeri bir kaç sektör dışında çalışmalar durdurulmalı ve sokağa çıkma yasağının kapsamı genişletilmeli. Koronavirüsle mücadelede tarım ve gıda için kapsamlı, üretimi planlayarak sürdürecek, tarladan sofraya gıda tedarik zincirindeki sorunları çözecek bir destek paketine ihtiyaç var. Geciken her önlemin faturası ağır olur.