Öyle bir yere geldik ki artık, olan biten hiçbir şey şaşırtmıyor. Eski şaşkınlıkların tadı kalmadı artık; en uzunu iki dakika sürüyor. Şarşırmak da tatsızlaştı her şey gibi!

Devlet – Mafya ilişkisi hep vardı, hep bilinirdi. Ama her şeyin de bir adabı vardı kardeşim; bilinse de söylenmezdi, inkar edilirdi, reddedilirdi, yalancıktan mahçup olunurdu, utanılırdı, yüzler kızarırdı. Artık öyle mi ya? Biri çıkıyor ülkenin muhalefet liderine “seni kazığa oturturum” diyebiliyor, iktidar ortağı partinin lideri ona sahiplenebiliyor, savunabiliyor, dava arkadaşımdır diyor, iktidarın eski milletvekillerinden ama her daim şakşakçısı televizyonlara çıkıp “kazığa oturtmak iyi anlamda söylenmiş de olabilir” diyor, o kanala o adam tekrar tekrar çıkartılabiliyor. Kamuoyunda bu kişileri kınamayan insanlar da oldukça çok olabiliyorlar, izledikleri dizilerin de etkisiyle seviyorlar onlar da mafyacılığı, onlardan oluyorlar, çünkü öbürleri de onlardan. Alkış tutuyorlar, bele silah takıyorlar, önce karılarını, sonra çocuklarını dövüyorlar. Kapının önüne sümkürüyor, balgam atıyorlar. Az ilerdeki kediyi tekmeleyip, köpeğin mamasını yere döküyorlar. Az gelişmişlikleriyle, cehaletleriyle övünüp günlük kullandıkları en fazla elli kelimeyle tehditler savuruyorlar. Büyük ağabeylerine öykündükçe palazlanıp o karanlık çevrelerinde alkışlanıyorlar. Onlar da bir gün iyi birer mafya olmanın hayalini kuruyorlar.

Bir yanda sanat emekçileri, müzisyenler, artık bıçağın da kemiğe dayanmış olmasının büyük acısıyla ses çıkarmaya çalışıyor, “örgütlensek mi acaba” falan diye kısık sesle “düşünüyorlar”.

Aksiyon yok. Onlar öyle düşünedursunlar bu sefer müzük mafyasının kanalında bazı dostlar müzisyenlerin sıkıntılarına çözüm arıyorlar.

Şaşırmıyoruz! Artık şaşıran yerlerimiz ağrımış ağrımış, nasır tutmuş. Hiç bunlardan bahsetmek istemiyordum, yine yazdım uzun uzun; tüh! Ben şimdi size son yıllarda beni en derinden etkilemiş iki kadından, onların şarkısından söz etmek istiyorum.

Özge Arslan 1987 yılında Giresun’da doğmuş. 2010 yılında Devlet Tiyatrosu’na girmiş. Erzurum ve Van’da çalışmış. Hala Van’ın kadrolu oyuncusu. Özge’yi bir süredir sosyal medya hesaplarından takip ediyordum. Arhavi’ye Nero Hayvan Bakımevi’mizin açılışına gittiğimizde canlı canlı tanıma fırsatım da oldu. Özge’nin iki ağabeyi var; Ömer ve Ömür Arslan. İkisi de müzisyen. Belli ki Özge’nin yeteneğine büyük katkıları olmuş. Özge öyle bir şarkı söylüyor ki! Ben ki dünyanın en rahat adamlarından biriyim ve kimlerle müzik yapmışım bugüne kadar, bana “hadi söyle bir tane” diyorlar. Dilim içime kaçıyor, “ne haddime” diyorum. Size nasıl anlatayım, Ahmet Aslan’ın kadın olanını düşünün, onu andırdı bana ilk, ama Ahmet de “hayır” demeyecektir, ondan çok daha geniş ve olanaklı bir ses. Çok heyecanlandım; albümünü yapmaya başlayacağız şimdi Ada Müzik’te. Bu sesi tüm dünya tanıyacak.

Özge Arslan’ın sosyal medya hesaplarını takip edin derim. Yapabileceklerinin küçük bir bölümü ile ilgili ipucu verebilir belki.

Gelelim diğer kadına: Sevda Alekperzade.

Bu sesi öğrenmem yakın dostum, opera sanatçısı Oylun Davran Erdayı sayesinde oldu. Bu yaz açtı dinletti bana. 43 yaşında, Bakü doğumlu Azeri şarkıcı. Söylediği her şeyi neredeyse ezberledim. Yine “ulan bu şarkı söylüyorsa ben ne yapıyorum” dedirten cinsten. Her notası dinleyenin yüreğini delip geçiyor.

2002 yılında Azerbaycan’ın devlet sanatçılığı ödülü olan “Emektar Artist” nişanı ile onurlandırılmış. Bir kişiye sırf böyle bir müzisyeni bilmeni sağladı diye bile minnettar olabilirsin; teşekkürler Oylun!

İşte böyleyken böyle. Bırakalım o yukarıdaki şaşırmaları, biz böyle şeyleri bulalım, keşfedelim, sindirelim, mutlu olmaya çalışalım. Bunlara şaşıralım. Öbür türlü yaşanmaz. Ancak bu şekilde akıl sağlığımıza sahip çıkabiliriz gibi geliyor bana! Sanatla!

Ne dersiniz?