Zaman gelir ittifak çöker; ana akım birbirine girer, itiraflar birbirini izler, mafya siyasetçiyle çatışır, siyaset alanı savaş meydanına döner, bürokrat ötekini, öteki berikini kendini korumak için ihbar eder; ortalığı pis bir koku sarar, burnunu tıka, kendini koru, toparlan.

Nereden geliyor bu koku?

Birdenbire dökülmeye başladı, ne kadar da çoklarmış, peki nereden çıktılar, hangi uğursuz kuluçkada büyüdü bunlar? Asıl önemli olan budur, ama sondan başlayalım. Siyaset-mafya-medya üçlüsünün bütün marifeti, çıkar ortaklığı ve doğal olarak çatışmasına dayanan kirli birlikteliklerini gizleyebilmek, dahası kendilerini memleket aşkıyla yanıp tutuşan siyaset; dördüncü kuvvet, erdemli medya; haksızlıkların düşmanı, devletin gayri resmi muhafızı, yerine göre “Robin Hood” mafya olarak tanıtabilmeleridir. Ama içlerinden birisi oyun bozanlık ettiğinde küçük bir kesikten irin akmaya başlar; hangisi başlatır, önemi yok, artık o zamana zemine, ortada dönen parasal büyüklüklere, alınıp satılan prestij, kariyer ve reklam pazarının büyüklüğüne bağlıdır.

Medyada temiz kalmanın rüzgâra karşı yürüyebilmenin ne kadar zor olduğunu adına “ana akım” denilen kesimde çalışan gazeteciler iyi bilir. Görece kendini koruyabilmiş, ana akım sıfatının dışında kalmayı başarabilmiş medya, ki çok azdır sayıları, başının üstünde kutsallık halesiyle dolaşan ana akımın sürekli tacizi altında çalışmak zorundadırlar. Onların da kendilerini ana akım pisliğinden kurtarabilmeleri zordur, hep zor olmuştur, çünkü ana akım siyasetten, mafyadan aldığı güçle kopardığı aslan payı ile her yere sızma gücünü de elde eder. Kimi zaman maddi güce adliyenin gücü, adliyenin gücüne ihbarcılığın hedefe kestirmeden gitme üç kağıtçılığı eklenir. Yine de yoksul ama yürekli gazeteciler baskının arttığı zamanlarda bu medyada nefes alma olanağı bulurlar.

DÜŞKÜN, DÜŞMÜŞ, UTANMAZ

Ana akım medyada çalışabilmek gerçekten daha baştan koşulları belli bir dünyada aba ile sopanın egemenliğini bilerek yapılabilecek bir iştir. Aba daha baştan kendini belli eder. Kuralları basittir; patronun çıkarlarına dokunmayacaksın, patronunu hasımlarına satmayacaksın; iş takip edeceksin; devletle karşı karşıya gelmeyecek, dur denilen yerde duracaksın; haber yaparken açılan alanı zorlamayacak, “kahramanlıkta” ölçüyü kaçırmayacak, reklamcıyı kızdırmayacaksın. Bu kuralara uyarsan yükselmen, akla hayale gelmeyecek maddi koşullara ulaşman, piyasada “hatırlı” gazeteci olarak dolaşma hakkına kavuşman işten bile değildir. Sopa ise bir sabah medya plazanın giriş turnikesinden geçememek yani “modern” bir yöntemle işten atılmaktır. Bu modern yöntem sana her sabah gerçeği hatırlatır. Sendikalı zaten olamayacağın için, gücü sınırlı dernek, cemiyet de sana sahip çıksa da eline bir şey geçmeyecek, büyük bir olasılıkla kıdem, ihbar gibi haklarını da unutman gerekecektir. Sopa gazetecilik yapmakta direnenleri devletle baş başa bırakmak şekline bürünebileceği gibi, mafya eliyle ittifakın emriyle dövülmek, yaralanmak ya da dünyaya veda etmek şekline de bürünebilir. Israr seni zenginlikten, şatafattan, şöhret kapısı ana akımdan uzaklaştırır, boyun eğersen “yüksel ki yerin bu yer değildir”, maddi sıkıntı çekmeyecek, yoldan çıkarsan her nedense ama anlaşılır nedenlerle muhalif adı verilmiş medyada yer bulsan da cezalandırılacağından emin olabilirsin. Kutsal ana akım affetmez, kutsal ittifak güçlüdür…

Ama işte unuttukları bir şey var. Zaman gelir ittifak çöker; ana akım birbirine girer, itiraflar birbirini izler, mafya siyasetçiyle çatışır, siyaset alanı savaş meydanına döner, bürokrat ötekini, öteki berikini kendini korumak için ihbar eder; gelecek için hazırlanmış, gizlenmiş bilgi, belge, video, fotoğraf artık ne varsa ortaya çıkmaya başlar; kimileri yalnızca ucunu gösterir, şantajın âlâsı piyasayı sarar; ortalığı pis bir koku sarar, burnunu tıka, kendini koru, toparlan; kendini korumak için yapacağın tek şey halkın haber alma hakkına sahip çıkmaktır; acele et, çünkü bu zihni sefalet, süfli sıkıntı uzun sürmeyecek, sefaletten safahata geçmenin yolunu bulacak, kırgınlıkları unutacak, birkaç kurban verseler de kutsal ittifakı yeniden kurmanın yolunu bulacaklardır.

Şimdi ibretle, tiksintiyle izlediğimiz irinin kaynağı, pisliğin kuluçka mekânı neresidir, anladınız mı? Ana akım adı verilen medyadır. Bakmayın afur tafuruna düşkündür, düşmüştür, yalnızca utanmazlığa sığınarak yaşayabilen bir tuhaf hadisedir…

BİLDİĞİNİZ SUSTUĞUNUZ HİKÂYE

Yine de bugünkü tabloya bakmak kutsal ittifak vartayı atlatsa da gelecek açısından olup bitenin resmini çizmek, fotoğrafını çekmekte büyük yarar var. Ama sanmayınız ki bu resim bugünün resmidir, sararmış bir foto kopyası arşivde duran cinayet eskidir. Üzüntümüz bunca tekrara rağmen pisliğin bir çaresini bulamamış olmamızdır. Epeyce uzun süre çalıştığım Cumhuriyet gazetesinin çatı katındaki toplantı odasının duvarında katledilmiş arkadaşlarımızın, ustalarımızın fotoğrafları asılıydı, bodrum katındaki arşivde de eski gazete koleksiyonlarında Tan gazetesinin siyasetin örgütlenmiş kışkırtmasıyla nasıl yakılıp yıkıldığını ya da 6-7 Eylül kıyımını kışkırtan gazete haberleri, daha sonra zamanın en üst bir yetkilisinin “başarımızdır” nasıl övündüğünü yazan haberler okunabiliyordu. Aslında ana akımın marifetlerini ruhunu resmini fotoğrafını öğrenmek isteyenlere değerli gazeteci-yazar Ümit Alan’ın “Türkiye’de Gazetecilik Masalı” kitabını salık veriyorum. Yaşayanlar bilir, övülecek, kutsanacak bir yanı yoktur ana akımın, orada çalışmanın, temiz kalmanın hikayesini ise bir zamanlar ana akımın “amiral gemisinde” Ombudsman olarak çalışmış değerli dostum Faruk Bildirici’nin “Günahlarımızda Yıkandık” ve “Medyanın Ombudsmanı Sarayın Medyası” kitapları gerçekleri öğrenmek isteyenler için kaynakların başında gelir.

Kutsal ittifakın medya ayağı böyledir, peki siyaset ve mafya ayağı nasıldır? Mafya adı üstünde deyip geçmeyin, şu sıralarda tanık olduğumuz akademisyenleri kan banyosu yaptırmakla tehdit eden, ne deniyordu, “suç örgütü lideri”nin milyonların izlediği video dizisi günümüzün koşularında olağanüstüdür. Siyasetten medyaya bugüne kadar kendilerini gizleyebilmiş olanların saklısı gizlisi bu videolarla ayan beyan ortaya çıktı. Videolarda anlatılanların önemli bir kısmını gazetecilik yapmakta direnen arkadaşlarımız epeyce önceden yazmış çizmişlerdi, ama ittifakın gücü derin bir sessizlikle gerçeklerin üstünü örtmeyi başarmış, gazeteciler gazetelerini terk etmeye zorlanmış, tazminatsız işten atılmış, davalarla yıldırılmaya çalışılmıştı. Tuhaf yargı süreçleriyle hüküm giyenler hâlâ içeridedir, sürgün koşullarında gazetecilik yapmakta direnenler de vazgeçmediler.

***

Başa dönelim; birdenbire dökülmeye, dikişleri sökülmeye başladı, ne kadar da çoklarmış, ama nereden çıktılar, hangi uğursuz kuluçkada büyüdü bunlar? Milyonlar öğrendi ne yaptıklarını, hangi otellerde, hangi işler için tatil yaptıklarını, yarın ne olur demeden müthiş bir güvenle fotoğraflar çektirdiklerini, birbirlerini iyi tanıdıklarını, her hallerinin kayda geçirildiğini bildikleri halde aldırmadıklarını, birilerine değil cılkı çıkmış sisteme güvendikleri ortaya çıktı. Güç zehirlenmesine uğramış siyaset, devir bu devir, siyaset güçlü, mafya zorlukları zorbalıkla çözüyor nasıl olsa diye mi düşündü bilinmez. Bildiğimiz sistem çökertilmeden, siyaset değişmeden medya iflah olmaz; her devrin kendine göre bir ana akımı olacak, her devrin mafyası vurdu kırdıyla şantajla tehditle iş görecek, adamlarını koruyup kollayacak, iliştirilmiş sahte gazeteci sırıtarak “bu da gelir bu da geçer” türküsü söyleyecek ama…

Ama inatçı gazeteciler, plazalarda ikbal aramayan muhabirler de hep olacak. Nasıl söyleyebiliyoruz bunu? Biliyoruz çünkü, iyi tanıyoruz kendi mahallemizi.

Sizin mahalle mi? Yakınından geçenlerin burunlarının direği kırıldı, fena kokuyor sizin mahalle…