Amerikalı siyasetçi ve Amerika Birleşik Devletleri’nin sekizinci Savunma Bakanı olan Robert Strange McNamara, hem Amerika’yı ve dünyayı derinden etkileyen Vietnam Savaşının önemli aktörlerindendi hem de 1968-1981 yılları arasında birçok darbenin arkasında olduğu iddia edilen Dünya Bankası Başkanı’ydı. Harvard’da eğitim görmüş ve genç yaşında Ford otomobil şirketine genel müdür olarak atanmış parlak bir kimseyken sadece altı ay sonra, ABD Başkanı Kennedy tarafından Savunma Bakanlığı’na atandı. McNamara, Kennedy’den sonra ABD Başkanı olan Johnson’ın da savunma bakanlığını yaparak, “Domuzlar Körfezi Krizi ve Vietnam Savaşı’nda” aktif rol oynadı.

***

İlginç olan ise McNamara; bir yandan Ford’dayken emniyet kemerini bularak “insan hayatını kurtaran biri” olarak kahraman ilan edildi. Diğer yandan da yaveri General Curtis Lemay’e acımasızca verdiği “bombardıman emirleriyle” binlerce insanın ölümüne neden olarak dünyaca lanetlendi. Dünya Bankası, ikinci dünya savaşı sonrası “Yeniden yapılanmak ve kalkınmak” için 189 ülkenin bir araya geldiği bir kurumdur.

***

McNamara’nın Savunma Bakanlığı sonrası başkanlığını yaptığı Dünya Bankası aslında, ülkeler ve yurttaşları için önemli yararlar sağlayacağı düşünülen masum bir kurum olarak kullanılmamış, ABD emperyalizminin en önemli aygıtı haline dönüştürülmüştür. Bu anlayışla yönetilen Dünya Bankası, doğal olarak Türkiye ile de iyi bir başlangıç yapmamış, Haziran 1952’de Dünya Bankası Ankara Özel Temsilciliği görevine atanan Hollandalı Pieter Lieftinck, aşırı müdahaleci tutumları nedeniyle Ankara tarafından sınır dışı edilmiştir.

***

McNamara, Dünya Bankası Başkanlığı’na geldikten birkaç ay sonra Temmuz 1968’de Türkiye’yi ziyaret etmiş, “Türkiye’nin ABD’nin askeri müttefiki olduğu, gelişmesini sanayiye değil, tarıma dayandırması gerektiği” görüşlerini dönemin siyasetçilerine açıklamaktan geri durmamıştı! Soğuk Savaş’ın en önemli jandarması olan Türkiye’yi memnun etmek için istenilen her şeyi yapacaklarını ama demokratik gelişimden ziyade sosyalleşmenin, çağa uyum sağlamanın tek yolu olduğunu, bunun da ancak kapitalist sistemde gerçekleşebileceğine dikkat çekmiş, gençlerin siyasetten uzak tutulmasının, inancın öne çıkarılmasının gerekliliğine değinmişti. O dönemde devrimci gençlik bu sözlere şiddetle karşı çıkmış, eylemler yaparak, halkı uyandırmaya çalışmıştı. Ama dönemin sağ ve işbirlikçi siyasileri bu anlayışa sahip çıkmışlardı! Ve sonunda 12 Mart Darbesi yapıldı. Türkiye’deki demokrasi bir kez daha yara aldı.

***

Dünya Bankası 1970’li yıllarda Türkiye’nin iç işlerine çok fazla müdahale ediyormuş gibi görünmemek için büyük çaba sarf etmişse de özellikle, Bülent Ecevit’in Başbakan olduğu 1978 yılında Türk hükümeti üzerindeki baskısını giderek artırmıştı. Nitekim 12 Eylül Faşist Darbesi, ekonomik ve siyasi zorlamalar sonrasında gerçekleşmiştir. Ne var ki bu zorlamalar, 5 binden fazla insanımızın ölümüne ve onlarca gencimizin idamına, binlerce insanımızın işkencede, hapislerde mağdur edilmesine, laik, demokratik, sosyal, hukuk devletinin askıya alınmasına neden olmuştur. O gün Dünya Bankası’nın Türkiye’deki stratejisi, 1972’den itibaren Filipinler’de Ferdinand Marcos’un, 1973 yılından itibaren de Şili’de Augusto Pinochet’in diktatörlükleri ve kurdukları faşist ekonomik modele yönelik politikalarını hatırlatmaktaydı!

***

Bugün AKP iktidarının, Dünya Bankası’na karşı görünüp aslında gizlice banka yetkilileriyle görüştüğü “saklı bir gerçektir.” O günkü emperyalist anlayışın Filipinler ve Şili’de gerçekleştirdiği model, bugün AKP eliyle aynen sürdürülüyor. Birçok değerimizi yok ettiği gibi uygulanan yeni modelin, tarım sektörünü de yok etmek üzere oluşturulduğu bellidir… Amaç “tarımda çalışan iş gücünü” ucuz emek olarak kapitalist sisteme dahil etmektir. ABD ve AB tarafından 30 yıl önce çağırılan Londra’daki genç liderler konferansında karşı çıktığım, Türkiye, Ukrayna ve Gürcistan’ın sömürülmesine yönelik anlayış, bugün işbirlikçi siyasiler tarafından uygulanıyor. Bu hedefi oluşturmak için “tek adam rejimi” hileli referandum sonrası ülkemize yerleştirildi.

***

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu dönemlerde nüfusun ağırlığı kırsal kesimdeydi... 1927 yılında nüfusun yüzde 24’i kentlerde, yüzde 76’sı ise kırsalda yaşamakta iken; 2012 yılında nüfusun yüzde 77’si kentlerde, yüzde 23’ü kırsalda yaşar hale getirildi. Büyükşehir Yasası çıktıktan sonra da yüzde 91’inin kentlerde ve yüzde 9’unun da kırsalda yaşadığı acı gerçeğiyle karşılaştık. Bir başka acı tablo ise; 1990 yılında tarımın istihdamdaki payı yüzde 47 iken, AKP’nin iktidara geldiği 2002’den 2016 yılına yılına kadar geçen süreçte bilinçli olarak bu pay yüzde 20’ye düşürüldü. Kısaca AKP, kırsal alanda yaşayan üreticilerimizi “niteliksiz iş gücünü” alarak ekonomik çetelerinin sömürüsüne terk etti! Çiftçi, “anası alıp gittiği” kentte işsizliğe ve açlığa mahkûm edildi! Ama asıl millet, gelecekte bu vahşi politika yüzünden açlığa mahkûm olacak! Hani bir özdeğiş var! “Deveye sormuşlar boynun niye eğri? O da yanıtlamış: Nerem doğru ki!”

***

Hemen seçim yapılmalı, iktidar değişmeli! Sol masa toplanmalı, tek adamdan bu millet kurtulmalı! Aynı duruma düşmemek için özellikle muhalefetin, Cumhurbaşkanı ve milletvekili adaylarının ön seçimle belirlenmesinin yaşamsal bir koşul haline geldiğinin de farkında olunmalı!