Neresinden tutuyoruz hayatın? Var mı hamasetsiz net bir cevabımız? Neresinden tutuyoruz insanlığın? Birbirimize saygımız ne kadar? İnandığımız şeylere yaşadığımız şeylerden daha fazla mı değer veriyoruz? Kaç yaşındayız hâlâ?

Özgürlüğün ne olduğunu biliyor muyuz?

Mesela geçen haftalarda Kanada Başbakanı bir tivit attı. Yani şimdi o tiviti rt etseniz burada gençleri saçma sapan şeylere yönlendirmekten paketlenirsiniz. Bu mudur her ülkenin farklı yaklaşımı hayata? Bu mudur özgürlük?

Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin başındaki reyize sorsak orası da hiç kuşkusuz yargının bağımsız olduğu, adaletin her şeyin üzerinde olduğu, demokratik bir hukuk devletidir... Bakınız Suud Chainsaw Massacre filminin başrol oyuncularına. Ne diyor Suud kardeşlerimiz? Bizde yargı bağımsızdır... Demesi kolay, yaşaması ayrı bir olay, tabii buna yaşamak denilebilirse.

Hep üç noktalar, hep adını bilmediğimiz düşmanlar, hep birtakım dış ve iç mihraklar... Kim bunlar? Adını koyamıyoruz. Herkesi etkisiz hale getiriyoruz. Ama nasıl? Eline market poşeti mi veriyoruz, ellerini mi alıyoruz elinden, eğiterek kendisine ve milletine faydalı bireyler haline getirerek mi? Yoksa iyice bilgisizliğin içine atarak, korkuyla besleyerek, sürekli tedirgin, ucu ucuna yaşamasını sağlayarak mı? Ne kadarımızı hayata koyabiliyoruz? Sınırlarımızı ne kadar genişletebiliyor, aklımızı ne kadar özgür bırakabiliyoruz?

Mesela şöyle bir örnek vereyim. South Park diye bir dizi var, bilmem kaç yıldır 1997’den beri, bir şeyleri eleştiriyor Amerikan kültüründe... Adamlar yıllar önce Hilari Kılintın’ın orasında nükleer bomba olabilir diye bölüm yaptı... Dertleri sadece laf sokmak, aşağılamak, hakaret etmek değildi. Bir şeyleri, düzeni eleştirmek, politikacıların ikiyüzlülüğünü vurgulamaktı... Tamam, şimdi kimsenin orasına karışmayalım ama bir yandan da bizde hapse girmiş hırsıza ‘Hırsızsın’ bile desen, hakaretten davanı yersin, oturursun... Şaka, eleştiri, espri, bunlar geliştikçe gelişir. Sen bir karikatürü sevmezsen en fazla ‘Komik değil zanpa’ diyebilirsin... Aman neyse ne... Biz kendi derdimize bakalım. Daha insan haklarının ne olduğunu bilemiyoruz, neyi kime neye anlatmaya çalışıyorum. Daha en basit şeyleri bilmiyoruz, birbirimize karşı davranmak konusunda çaresiziz. Arabalarımızda sopa taşıyoruz. Düğünlerimizde gelenek diye silah çekiyoruz, havaya ya da birbirimize ateş ediyoruz. Hastaneye gidip doktor dövüyoruz, çünkü gerekiyor. Rütbesi tutan alttakini eziveriyor. E şimdi birbirimize böyle davranıyorsak, çevreye, doğaya nasıl davranalım? Kimse bize kızmasın, kimse bizi aşağılamasın, biz daha derste oralara gelmedik. Kimse bize görmediğimiz konulardan soru sormasın...

Oysa ne kadar da basit görünüyordu birçok şey. Ne kadar kibar, ne kadar sevecen, ne kadar misafirperver, ne kadar tatlı bir toplum gibiydik. Hayvanları severdik, doğayı severdik belki de. Belki de fırsatımız olmadı. Bize kimse ‘Kardeş bak bu hayvana tekme atma, onun canını yakma, o da bir canlı, senin benim gibi’ demedi... Belki de gerçekten sevmedik hiç. Belki de biz gerçekten besin zincirinin en tepesindekileriz...

Ama eğer öyleyse bile şunu unutmamak lazım. Bizim de tepemizdekiler var. Onlar da bize, bizim altımızdakilere davrandığımız gibi davranıyor. Nicedir halimiz? Neyleyeyim ben masmavi denizleri, içleri plastik torba doluysa?
Sevgi kurtaracak hepimizi. Bir canlıyı sevmeyle başlayacak her şey. Bi türlü başlayamadı, başlatamadık ama inanıyorum, bir yerden bir gün başlayacak.