Hepimiz, yani Türkiye’nin ilerici, demokrat, aydınlık, solcu insanları, güçleri, örgütleri, bu partinin yönetimine, milletvekillerine, örgütlerine bir çağrı yapmalıyız: AKP ile Anayasa müzakeresine oturmayınız; zira hedef 2010 Anayasa değişikliklerini bir adım öteye taşımak; Başkanlık rejimi aracılığıyla faşizmin yasal altyapısını oluşturmaktır. İki parti anlaşarak Anayasa değiştirilemez. Kapıyı aralamayın; durduramazsınız

nereye-gidiyoruz-88380-1.

Solda herkes “gidişatın doğrultusu” üzerinde birleşiyor; adlandırmada farklar var. Ben, “İslamcı faşizme doğru…” nitelendirmesini yeğliyorum. Son uğrak geldiğinde, terminolojik farkların tartışılması esasen önemini yitirecektir. Fazla gecikmeden yüksek sesle düşünelim.

“Kendiliğinden” bir süreç değil, Erdoğan ve yakın çevresinden kaynaklanan bir “program” söz konusudur. Programı AKP iktidarı, devlet aygıtının stratejik öğelerinden (yargı, MİT, polis ve TSK’den) de güçlü destek alarak yürüttü, yürütecektir.

İslamcı faşizme geçişin aşamalarını, geçmişe bakarak öngörebiliriz.

2007 sonrasında iki doğrultuda ilerlediler: Birinci olarak, anayasal çerçeve içinde parlamenter çoğunluğa dayanarak önce Cumhurbaşkanlığı’nı, giderek Anayasa değişikliğini hedeflediler. Başardılar. İkinci olarak, yasal sınırların dışına taşarak parlamento dışı muhalefetle mücadele ettiler.

• • •

İlk doğrultuda AKP’nin kısa vadeli hedefleri, 2010 Anayasa Referandumu ve onu izleyen yasal düzenlemelerle büyük ölçüde gerçekleşti. Hiç gecikmeden belirleyici ikinci adımı da atmak istiyor: Başkanlık sistemine geçişi hedefleyen bir anayasa değişikliği...

Anlaşılan, HDP bu gündem üzerinden bir pazarlık sürecini başlatma eğilimindedir. Bu eğilimi tartışacak durumda değiliz. Böyle bir tartışmaya niyetlensek dahi, muhatabımız yoktur. HDP, bildiğimiz türden bir parti midir? Olumlu yanıt vermek güçtür.

Anayasa değişikliği TBMM içinde gündeme geldiğine göre, bu konuda Meclis yelpazesi içinde muhatap alınabilecek tek parti CHP’dir.

Hepimiz, yani Türkiye’nin ilerici, demokrat, aydınlık, solcu insanları, güçleri, örgütleri, bu partinin yönetimine, milletvekillerine, örgütlerine bir çağrı yapmalıyız: AKP ile Anayasa müzakeresine oturmayınız; zira hedef 2010 Anayasa değişikliklerini bir adım öteye taşımak; Başkanlık rejimi aracılığıyla faşizmin yasal altyapısını oluşturmaktır. İki parti anlaşarak Anayasa değiştirilemez. Kapıyı aralamayın; durduramazsınız.

CHP yönetiminin artık patolojik bir hal almış olan mazeret arayışlarını, örneğin “sorumluluktan kaçıyor” eleştirisinden nasıl ürktüklerini biliyoruz. Bu tür bir çağrı, “kaçak güreşme” eğilimini peşinen önleyebilir.

• • •

AKP iktidarı, uzun vadeli hedeflerini tehdit eden parlamento dışı tüm muhalif akımları, eğilimleri etkisiz kılacak, giderek yok edecek özel yöntemleri öteden beri geliştirmekteydi.

2010 Anayasa Referandumu sırasında ortaya atılan, “ya taraf, ya da bertaraf olmak…” tehdidi iş çevrelerine yönelmişti; büyük ölçüde başarılı oldu. Medyanın hizaya getirilmesine katkı yaptı.

Hukuk nerede? Sendika.org gibi web sitelerinin engellenmesi, TV kanallarının yayından çıkarılması, gazete, TV yönetimlerine kayyum atanması, hangi yasalara dayanmaktadır? Şimdilik “paralel” şirketlere yönelen hukuksuz, belki de yasa-dışı uygulamaların yaygınlaşacağından şüphemiz var mı? Vakıf üniversiteleri, meslek birlikleri güvence altında mıdır?

Kısa vadeli hedef, seçimler dışında sadece parlamento içinde muhalefete imkân tanıyan; bu muhalefetin de kamuoyunca izlenmesini fiilen önleyen bir rejimdir. Bu rejim, “Anayasaya uygunluk” icazetini alan baskıcı yasalarla ve Danıştay’dan “yasalara uygundur” mührünü alan benzer kararnamelerle, yönetmeliklerle pekiştirilirse, faşizmle yakın akrabadır.

AKP-cemaat işbirliğiyle İslamcı bir “derin devlet” oluşturma girişiminin marifetlerini unutmayalım. Parlamento dışı muhalefetin öncelikle “Cumhuriyetçi” öğeleri hedeflendi. Adeta “deneysel” bir ilk prova, 2005’te Van Üniversitesi Rektörü sevgili Yücel Aşkın’ın tutuklanması, yargılanması oldu. Suçu, herhalde, Medresetüzzehra oluşumunu engellemekti. İki yıl sonra Ergenekon, Balyoz, Casusluk, Oda TV davalarıyla başlatılan kapsamlı süreci hatırlayınız. Sahte kanıtlarla, hukukun temel kuralları sistematik çiğnenerek önce (kolay hedef olarak görülen) “darbeci” askerleri, sonra da sosyalist ve liberal sol düşünür, yazar ve aydınları hedefleyen kapsamlı ve kalıcı bir tasfiye hareketi başlatıldı; uygulandı.

17-25 Aralık sonrasında cemaatçi kadrolar dağıtılmış olabilir; ancak yöntem keşfedilmiştir; yeni baştan kadrolaşma hızla tamamlanmaktadır: Sınırsız yetkiler ve fiilen dokunulmazlık kazanan MİT, giderek AKP’nin milisi haline dönüşen polis ve her daim, her tür vurucu hizmete hazır ayak takımı…

Faşizmin İslamcı boyutu, Cumhuriyet değerlerini ödünsüz benimseyen, savunan çevreleri, hareketleri, bireyleri niçin öncelikli bir tehdit olarak gördü? Teşhis, doktriner kan uyuşmazlığından ibaret değildi. AKP’nin Cumhurbaşkanlığı’nı hedeflemesi, etkili, tehlikeli bir muhalefeti tetiklemişti. Hatırlatalım:
Cumhuriyet gazetesi, 2006’da “Tehlikenin Farkında mısınız?” kampanyasını başlattı. Nisan-Mayıs 2007’de büyük kitle katılımlı Cumhuriyet mitingleri gerçekleşti. 2008’de AKP Anayasa Mahkemesi’nce kapatılmanın sınırından döndü. Sonraki yıllarda Cumhuriyet bayramları Cumhuriyetçi protestolara yol açtı. En etkilisi sert polis müdahalesi altında 29 Ekim 2012’de Ankara’da yapıldı.

Bu dalgaya, örneğin Cumhuriyet mitinglerine, Mustafa Kemal’i, laiklik ilkesini, aydınlanmacı bir dünya görüşünü sahiplenen simgeler, sloganlar egemendi. Orta Doğu’ya ABD müdahalesinin tetiklediği anti-emperyalist, bağımsızlıkçı bir çizgiyi de ekleyebiliriz.

Buna karşılık, provokasyon amaçlı küçük bir grup dışında, “ordu göreve” tema’sının bu mitinglere damga vurmadığı söylenebilir. Çok sayıda sosyalist insanın katıldığı; ancak İşçi Partisi ve TGB’yi saymazsak, sosyalist örgütlerin uzak durduğu bir muhalefet dalgası söz konusuydu.

Haziran kalkışması ile Cumhuriyet mitingleri arasındaki akrabalık yadsınabilir mi? Özdeşlik değil, “akrabalık”tan söz ediyorum. Haziran’da da en yaygın simgenin Mustafa Kemal’li bayraklar olduğunu hatırlatalım; ancak, öncekilerde içkin olan, bu kez harekete açıkça damgasını vuran özgürlükçü, dayanışmacı, kamucu, hatta “kendiliğinden komünist” değerlerle zenginleşerek… 2007 sonrasında AKP’nin insanların hayat tarzlarına saldırıları, kapkaççı burjuvaziyle kirli paylaşımlarının açığa çıkması, eleştirel platformu genişletti. Taksim Dayanışması’nın sosyalist çekirdeği, devrimci hareketlerin kalkışmaya hızla katılması ideolojik yelpazeyi açtı; ama Cumhuriyetçi tabanla kaynaşarak…
Haziran 2013, aynı zamanda Cumhuriyetçilik ile sosyalizmin uzlaşması oldu.

• • •

nereye-gidiyoruz-88381-1.Yukarıda sıraladığım Cumhuriyetçi dalganın, büyük ölçüde CHP’nin topladığı yüzde 25’lik seçmen kitlesinin içinde yer aldığı inkâr edilebilir mi? Sosyalist hareketler bu tabanı zaman zaman harekete geçiriyor. Örneğin bilimsel, laik eğitim çağrısını sosyalistler yapıyor; Cumhuriyetçi kalabalıklar destekliyor. CHP nerededir?

CHP’nin seçmeni, doğal tabanı, Haziran kalkışması ile zenginleşen aydınlanmacı değerlerin bu parti tarafından en azından Meclis içinde temsil edilmesini bekliyor. En başta laiklik ilkesinin ödünsüz savunulması yer alıyor. AKP iktidarının öncelikli hedefinin laikliğin tam tasfiyesi olduğunu biliyor.

“Dinsizlik, halkın değerlerini küçümseme” eleştirilerinden ürkerek laiklik savunulamaz. İmam-Hatipleştirilen eğitim, Tevhid-i Tedrisat yasasının, daha da önemlisi, 1982 Anayasası’nın hâlâ korunan laiklik ilkesinin açıkça çiğnenmesi değil midir? Bu yüzden çocuğunu semt lisesinde okutamadığı için çaresiz kalan anne-baba, halk değil midir? AKP’nin bu doğrultuda atacağı her yeni adımı parlamento içinde sonuna kadar engelleme görevi CHP’ye düşüyor. Tekrarlayalım: Kendisine oy veren %25’lik kitleye borçludur.

Türkiye’nin ilerici, demokrat, aydınlık, solcu güçleri, bireyleri CHP’nin yönetimine veya bu parti içinde ulaşabilecekleri her milletvekiline, her örgüte bir çağrı daha yapmalıyız: AKP’nin laikliği, Cumhuriyetin aydınlanmacı kazanımlarını ihlal eden her adımına, her uygulamasına sonuna kadar karşı çıkınız. Mezhepçi, maceracı dış politikayı, Türkiye’de ve Suriye’de cihatçıların desteklenmesini önleyiniz. TBMM’deki muhalif partilerle işbirliği yaparak 17-25 Aralık dosyalarının peşini bırakmayınız; yani halkın el konmuş olan varlıklarına sahip çıkınız.

Lider kadrosu farkında olmayabilir, ama, CHP, öz kimliği, Cumhuriyet kuruculuğundan gelen tarihsel birikimi ve kendiliğinden ideolojisi ile bu taleplerin, bu platformun ait olduğu partidir. Halkın yüzde 25’i de bunu hatırlamalarını, fark etmelerini bekliyor.