Şiir atölyelerindeki çalışmalar arasında, başka şairleri taklit ederek şiir yazmak, şiir alfabesi olarak yazmak, iki sözcükten yola çıkarak şiir yazmak gibi yöntemler var.

Neruda’nın Postacısı’ndan şiir var!

“Şiir ihtiyacı olanındır”. Öyleyse herkesindir. Bazen şairin ihtiyacı vardır şiire, yazar, bazen de okurun ihtiyacı vardır, okur. O yüzden fazla abartıp, ‘memleketimizde şiir çok yazılıyor, az okunuyor’ filan dememek gerekir. Zira bunun şiirle hiçbir ilgisi yoktur. Şiire ne? Bazen çok okunur, bazen az. Dedim ya, daha doğrusu Il Postino(1994) filmindeki postacı demişti ya, “Şiir ihtiyacı olanındır.”

Filme kaynaklık eden romanın adı da Neruda’nın Postacısı(Kırmızı Kedi Y., Çev: İnci Kut, 2016), Neruda’nın hemşehrisi Şilili romancı Antonio Skarmeta tarafından yazılmış. 1969’da Şili kıyısındaki küçük Isla Negra adasında sürgünde olan ünlü şaire köyün postacısı Mario postalarını ulaştırır. O yıllarda Neruda’ya Nobel Edebiyat Ödülü’nün de verilmesi gündemde olduğu için, şair kadar, hatta belki saklamasını bilemediği için de diyelim, postacı Mario da heyecanlıdır. Ayrıca nişanlısı Beatriz için şairden bir şiir yazmasını ister, Neruda yazmaz, ama karısı Mathilde’e yazdığı şiiri ona armağan eder. Mario da unutulmaz repliğini hem filme hem romana hem şaire hem şiire hem de okura armağan eder. “Şiir yazanın değil, ona ihtiyacı olanındır.” Filmi görmediyseniz görmenizi, kitabı okumadıysanız İnci Kut’un İspanyolcasından yaptığı bu sihirli ve şiirli çeviriyi mutlaka okuyun derim. Türkçeye Sait Maden çevirisiyle kazandırılan Kara Ada Defteri (1971) başlıklı şiir kitabı da, Neruda’nın Isla Negra(Kara Ada)’da yaşadığı dönemin eseridir.

Şiir atölyelerinde yaptığımız çalışmalar arasında, başka şairleri taklit ederek şiir yazmak, şiir alfabesi olarak yazmak, iki sözcükten yola çıkarak yazmanın yanı sıra, bazen de bir film ya da bir kitaptan, roman, gezi ya da öykü, hatta bir denemeden yola çıkarak şiir yazmak da var. Geçtiğimiz dönem Yeşim Cimcoz Yazıevi Şiir Atölyesi’nde yaptığımız çalışmalardan birinde de, Il Postino filmini izleyerek ve Neruda’nın Postacısı kitabını okuyarak şiir yazdı katılımcı arkadaşlarımız. Size kısa değerlendirmelerle bu şiirleri sunuyorum.

neruda-nin-postacisi-ndan-siir-var-610399-1.

ŞİİRYAZAR

Ey BÜYÜK Şair!
Şiir yazma sebebin nedir?
Bugün gözlerinde gördüğüm
külrengi bir kibir.
İş şair de değil,
şair okuyanın duyabildiği kadar
şiir yazabilir.
Yazdığını anlamak için
şiiryazar mı olmak gerekir?
Şairin görevi nedir?
Senin işin benim hislerimi
dile dökmektir.
İş yeşil mürekkepli kalem de değil,
kalem okuyanın görebildiği kadar
şiir yazabilir.
Yazdığını yaşamak için
şiiryazar mı olmak gerekir?

Şairi BÜYÜK yapan nedir?
Unutma, okunuyorsan bunun sebebi
seni sevenlerdir.
İş yürek de değil,
yürek okuyanın alabildiği kadar
şiir yazabilir.
Yazdığını duyumsamak için
şiiryazar mı olmak gerekir?

Dilek Genel
(Dilek, bir anlamda Neruda şiirlerine de benzeterek, daha çok şair kişiliği ve BÜYÜK şair kimliğine ilişkin bir sorgulamaya yönelmiş şiirinde. Neruda’nın kimi büyük şairlerde de gözlenen ‘megaloman’ ya da ‘kibirli’ kişiliğinin, aslında sınıfsal tutum olarak da yanında yer aldığı postacı tarafından nasıl da ‘benzetildiği’ni vurgulamış, iyi de yapmış!)

RÜZGÂR KALIR

Ben galiba küçük şeyleri seviyorum
Yağmur sadece yağmur olduğu için yağar
Karın tokluğuna atılırdı ağlar denize
Birileri doğar, balık kokar, büyür, balık kokar, evlenir...
Balık kokar, balık...
Yaşardı işte küçük küçük...
Aşk olurdu öyle küçük şeyler içinde

Bir gün rüzgâr adayı şiire boyadı
Önce haberin geldi, sonra sen, mektuplar sonra
Bir şapkayla Postacı oldum ben
Büyüdüm mü birden ne?
Ben sana mektup taşıdım, sen bana şiir
Şiir değil miydi?
Şairinde koza, tırtıl, kelebek...

Ah! Şiir, belki de keşke
Uçup da kalbime konmasaydı,
Senin sürgününde aşkı bulmamak
Senin kaleminde şiir olmak vardı.

Şiir değil miydi?
Şairinde sürgün ada
Şair gider, sürgün biter.
Şiir kalır mıydı adaya?

neruda-nin-postacisi-ndan-siir-var-610409-1.

Seçil Hidayet Öztürk
(Seçil, “Rüzgâr Kalır” şiirinde; Neruda’nın duygularını Türkçe yazmış gibi. Belki de şiirin dilinin ‘yabancı’ olmayışındandır bu yakınlık. “Ben sana mektup taşıdım, sen bana şiir” deyişinde bir türkü kokusu yok mu? Rüzgârın, adayı şiire boyaması gibi, Seçil de Neruda’nın rüzgarını taşımış Türkçeye.)

‘’AĞIRDI SESSİZLİĞİN’’ MEKTUBU

Önce küçük bir selamla
Başla,
Sonra denizini anlat
Oraların,
Kokusu aynı kaldı mı?
Ben yokken limanın…
Kedersiz mi yine
Boş gezen kediler
Dalgalar umursamaz,
Nasılsa balıklar hep tutanın…

Soldu mu sahildeki papatyalarım
Ya taraçamdaki çanlar;
Hunharca mı esiyor
Yoksa onlara rüzgâr…
Ya özlediğim martılar,
Söyle onlara; sakın
Pelikanlara sataşmasınlar…
Bilmek istiyor yüreğim
Her şeyi bilmek
Isla Negra’yı ve seni
Hiç kaybetmemiş gibi tüm özlemlerimle…
‘’Bilmek acı çekmektir. Ve bildik;
Ağırdı sessizliğin’’ şiiri. (1)

(1)Pablo Neruda’nın ‘Bizler Susuyorduk’ şiirinden.

Burcu Arslan
(Burcu’nun şiiri kederin ezgisi. Sessizlik de bazen bir ezgi olabilir, tıpkı bu şiirde olduğu gibi. Şairin yurdu her yerdir elbette. Sürgün, hapis, gurbet…Ve şairlerin, ‘acı çekmekten zevk aldıkları için’ mi yoksa, bu mekanları bir sıla gibi özledikleri bilinir. Tuhaf ama, o da şair, daha az tuhaf sayılmaz yani! “Mektup selam söyle benden sılaya” türküsünü hatırlatıyor, dokunaklı.

KELEBEK

Toroslardan siyah bir kelebek uçtu
Yaylaya inerken üzerine
çiçek tozları kondu
Beyazı, alı, moru, pembesi
Hepsi de yerini buldu
Göz kamaştırıcı desen oldu

Desene vurulan güzel
Kelebeği şiir kitabına koydu
Neruda Peru’yu anlatırken
Kelebek Torosları anlattı
Renk insana, insan desenine
Can ruhuna kavuştu

Ayşe Ardıç Görücü
(Ayşe de mistik bir açıdan yorumladı kitabı ve filmi. ‘Kuş mu kondurdu?’ denilebilir, hayır, kelebek kondurdu! O kelebek de Toroslar’ı, Şili’yi, şiiri, halkların kardeşliğini, kitapları renkli kanatlarında buluşturdu: “Renk insana, insan desenine/Can ruhuna kavuştu”. Şiir ihtiyacı olanındır, evet, şiir de bazen kelebeğin kanatlarındadır!)

VAKİT

Hep bulutlara uçuyorsa
Kayalıklardan havalanan martılar.
Yalnızlık kokuyorsa akşam rüzgârları.
Ve kimsesiz kalmışsa şarap meyhanede.
Keder denizine açılan balıkçıların,
Sadece hüzünse takılan ağlarına.
Hele bir de sahibi yoksa gelen mektupların,
İşte o zaman limanda
Aşk ve şiir vaktidir.

Cenk Tanova
(Cenk, Neruda’nın şiir adasını bir aşk adası olarak yorumlamış. Cenk de bir adalı, Kıbrıslı. Belki adasını hiç yitirmediği, bulutlar, martılar, rüzgarlarla bir uçtuğu, estiği, konduğu için adanın tüm vakitlerinin aşk ve şiir vakti olduğunu derinden duyumsatıyor bize. O zaman kimsesizlik de, keder de, hüzün de yalnız kalmıyor, çünkü şiir var!)

DALGALARLA KAL
Bir şiir yazdım sana
Mavi dostluğumuzu eşsiz kılan
Fırtına rengi ölümün ıssız şiirini,
Gece lacivertinden az koyu, derin gözlerine
Sustum dostluğumuzun…
Asi rüzgarlara gebe sessizliğini, çığlıklarla sustum içime
Yosunlu tepelerinde bu unutulmuş sahil kasabasının…
Hediye olarak kabul et naçizane küçük dalgalarımı,
Simdi ve sonsuza kadar…
Bir rüzgar estim sana
Aniden gelmiştin, birdenbire olmuştu her şey,
Köpüren büyük dalgalar oldun denizimde,
Aynı tepeden baktık,
Sen sürgün, ben kader dostluğumuza;
Sen kendi vatanına ve aşka sevdalı
Bense miço senin düşlerine

ve tanıdıkça
İlle de aşık senin ufkuna…
Bir şarkı çaldım sana
Unutulmasın bu yazımız, çok mu istiyorum?
Midye kabuklarının çıtırtısındaki dünyamız,
Bembeyaz bir okyanus kıyısında
Sonsuz yıldızlar kadar
Yalnızlığını sevdiğim,
En zor şey gözlerindeki anlam,
Ardında bıraktığın incelikli dostluğumuz
Bir müzik kutusunun tınılarına sevdalı…
Bir gece verdim sana
Asmalara ve titreşen yıldızlara,
Aysız gece karanlığı saçlarına
Beatrice, Matilde ne fark eder?
Sabah güneşi gibi her gün doğacağını bilerek,
Dolunay da kayığa sürgün Meryem’in sancılarıyla.
Ben Isla Negra’da, belki sen; mavi Küba gecelerinde,
‘’Şiir yazanın değil, ihtiyacı olanın değil miydi, dostum ?’’(1)
Dostum diyebilir miyim artık sana?

Bir bulut oldum sana
Sarp kayalık ve uçurumlarda
Çalıların arasında koşuşturan hercai rüzgarla,
‘’Aynı gece boyuyor olsa da aynı ağaçları
Ve bir zamanlardaki biz artık biz değilsek de,’’(2)
Uçarıydık biz de,
Yanılıyor muyum söyle;
‘’Sevmiştim ben seni, sen de beni sevmiştin bir ara.’’(3)
Bir mavi boyadım sana
Temiz bir kalple ve saf gözlerle
Dinle! Sen yokken,
Giderken,
Calaa di Sotto’da öksüz bıraktığın dalgaları…
‘’Çoook uzaklarda söylenen bir şarkıyı,
Uçsuz bucaksız geceyi dinler’’ gibi (4)
Denizin müziğini dinle,
‘’Yavaş yavaş ölmemek için’’(5)

Dinle beni Pablo; dostum Pablo !
Bir ada çizdim sana;
Babama ait kederli balıkçı ağlarını takdis eden
‘’Hüzünlerin Hanım Efendisi’nin’’ çığlıklarıyla…(6)
Oğlum Pablito’nun hiç duymayacağım neşeli sesini,
Mavi dostluğumuzun nişanesi,
Fırtına rengi ölümün eşsiz şiirini
Bırakıyorum sana, ben giderken,
Dalgalarla kal !
Ayşe Şafak Kanca
(1)Pablo Neruda’nın yaşamını anlatan ‘’İl Postino’’ filminde, Neruda’nın
mektuplarını taşıyan Mario Ruoppolo, Neruda’nın kendi eşi Matilde’ye
yazdığı şiiri sanki kendi yazmış gibi aşık olduğu olan Beatrice Russo’ya
okur. Bunu öğrenen Neruda’nın Mario’ya sitem etmesi üzerine, Mario ‘’
şiir yazanın değil ihtiyacı olanındır’’ der Neruda’ya.
(2,3,4) Neruda’nın ‘’En Hüzünlü Şiir”inden.
(5)Neruda’nın Ağır Ölüm kitabından ‘’Yavaş yavaş ölürler’’ şiirinden.
(6)‘’İl Postino’’ filminden. Hüzünlerin Hanımefendisi: kasabadaki kilise
çanı için söylenmiştir.(Ayşe Şafak, Isla Negra’nın, Neruda’nın, postacının, nişanlısının, denizin,
rüzgarın tüm seslerini, sözlerini, müziklerini, dizelerini, renklerini taşımış
şiirine. Şiir bir ayine, şölene, renkli olduğu kadar kederli ve yakıcı olduğu
kadar da neş’eli, coşkulu bir seyre dönüşmüş: “sonsuz yıldızlar
kadar/yalnızlığını sevdiğim” derken bir şiir tanımı yapmış aslında.)