‘Neruda’ filminden Pablo Neruda hakkında olumlu bir fikirle çıkmak imkânsız. Yönetmen Pablo Larrain’in iddia ettiği gibi film bir biyografi değilse adı niye Neruda? Malı sattırmak için mi?

Neruda: Örümceğin stratejisi

Yönetmen Pablo Larrain hakkında yanılmışım. Kendisini politik yelpazede solda sanmıştım. Kendisinin ikinci ama bizim izlediğimiz ilk filmi olan Tony Manero’da, Şili’de darbe sonrasında kendisine uygun bir ortam bulan bir psikopatı anlatmıştı. Filmin kahramanı Tony ya da Raul, neoliberalizmle coşacak olan bir tüketim toplumunun ve rejimin acımasızlığının ete kemiğe bürünmüş haliydi sanki. Pablo Larrain ilk filmiyle bizi kendi tarafına çekmişti. Bir birey üzerinden bir dönemi anlattığını düşünmüştük.

Sonra dördüncü filmi “No” geldi. Pinochet rejimine karşı düzenlenen “Hayır” kampanyasını bir reklamcı üzerinden anlatıyordu. Reklamcı için politik kampanya ile herhangi bir ürün satma arasında bir fark olmadığını söylemesini de, işin “hayır” demekle bitmediği, kapitalist sistemin referandum başarısından sonra da sürdüğü anlamına geldiğini düşünmüştük. Larrain, mücadeleye devam diyor sandıydık.

Değerlendirme sil baştan

Açıkçası artık her şeyi yeni baştan değerlendirmem gerektiğini düşünüyorum. Larrain’in beşinci filmi “El Club” tahammülfersa bir filmdi kanımca. Bu tabii benim fikrim, yoksa meslektaşlarım genelde filmi çok beğendi. Tecavüzcü rahipleri konu alan film çirkinliğiyle içimi öyle karartmıştı ki, Larrain hakkında kendimi sorgulamaya başladım. Bütün filmleri aslında bir şekilde iç karartıcıydı. “No” içlerinde en insani olanıydı. Ama onun da ciddi sorunları olduğunu kavramamız için Şilili solcuların sözlerini duymamız gerekiyormuş. Bu sözleri duymak isteyenler Kaan Gündeş’in “No filminin yalanları: Şili’de ‘Hayır’ nasıl kazandı” başlıklı yazısını “iscicephesi.net’ten bulup okuyabilirler.

“No”, Pinochet’nin iktidarını sürdürmesine karşı yürütülen “hayır” kampanyasının başarısını dahi bir reklamcının reklam kampanyasına bağlıyordu tamamen. Oysa, kampanyanın ardında sendikaların, öğrenci örgütlerinin, siyasal partilerin, büyük bir mücadele vermeleri, kayıtlı olmadıkları için oy veremeyecek durumda olan 7.5 milyon işçinin kayıt olmasının sağlanması gibi faktörler vardı. Zaten televizyon sahipliği referandumun yapıldığı 1988 Şilisinde son derece sınırlıydı. Reklam kampanyası kısacası nüfusun çoğunluğu tarafından zaten izlenmemişti. Ayrıca reklam kampanyasının başındaki reklamcılar, Larrain’in reklamcısından çok farklıydılar; onun gibi apolitik değillerdi, aksine angaje insanlardı. Larrain niye böyle bir çarpıtmaya gitmişti? Tabii ki reklam kampanyasının hiçbir önemi olmadığını söylemek de saçma olur. Larrain, bugünün içi boşaltılmış politik dünyasından bakıp geçmişi yorumluyordu.

Larrain’in bu hafta vizyona giren “Neruda”dan önce bize yaşattığı bir de “Jackie” sıkıntısı var ama o filmin sözünü etmeye değmediğini düşünüyorum.

Larrain’in “Neruda”sı kafamdaki soru işaretlerinin netleşmesi açısından önemli bir dönem noktası oldu. Bu filmi yapan kişinin solla uzaktan yakından bir alâkası olamaz. Bizde bir ara liberallerin tutturduğu bir “ezber bozma” söylemi vardı; solun bütün değerlerini imha etmeyi, ezber bozmak olarak nitelendiren liberal tayfa, deli danalar gibi her şeye saldırıyordu. Dinozor denilen klasikleşmiş büyük isimler saptanıyor ve onların defterini artık kapatmanın zamanının geldiği ilan ediliyordu o günlerde. “Neruda” filminin oturduğu yer böyle “ezberbozan” bir yer. Pablo Larrain, bizimkiler kadar kaba bir saldırıda bulunmuyor. O kendisini post-modernizmin “meta-anlatı” ve “özdönüşümsellik” gibi yöntemleriyle koruma altına almaya çalışmış. Hatta Larrain zorlarsa Brechtyen bir film yaptığını bile iddia edebilir. Larrain, ayrıca “Neruda”nın bir biyografi değil, antibiyografi olduğunu da ilan etmiş. Bize söylenecek laf bırakmamak için elinden geleni yapmış. Ama net bir şey var ki, o da “Neruda” filminden Pablo Neruda hakkında olumlu bir fikirle çıkmanın imkânsız olduğu.

‘Neruda zamanın en büyük şairi’

Neruda, bilindiği gibi Nobel Ödüllü komünist bir şair. Birçok yazara göre, mesela Marquez’e göre, zamanının en büyük şairi. 1940’larda Komünist Parti’den senatör de olmuş. Neruda’nın senatörlüğü döneminde bir sol koalisyon var. Devlet başkanlığını Radikal Parti’nin sol kanadından Videla yürütüyor. Neruda, Videla’nın seçim kampanyasında çalışmış hatta. Fakat Videla, sola ihanet etmiş. Aydınları ve grevci işçileri, geleceğin diktatörü Pinochet’nin yönettiği toplama kamplarına toplamış, Komünist Parti’yi yasadışı ilan etmiş ve solcu avı başlatmış. 1948’le 1950 arasında Neruda, ülkesinde kaçak yaşamış. Sonra yurtdışına kaçmış. Allende’yle birlikte yeniden politikada etkin olmuş ama darbeden sonra büyük ihtimalle Pinochet’nin doktorları tarafından zehirlenerek öldürülmüş. Nobel Ödülü’nü alması hiç kolay olmamış; CIA, komünist Neruda Nobel almasın diye kampanyalar yürütmüş vs.

Filmin Neruda tespitleri

Filmde Neruda’nın ne şairliği ne de komünistliği var. Ya da var olan komikleştirilmiş ve aşağılanmış bir şekilde mevcut. Neruda filmde inançlı bir komünist olarak değil, devletin üzerindeki baskısından yararlanarak kendisi için “asi şair” imajı yaratmaya çalışan biri olarak var. İmaj deyince “No” filmi de aklımıza geliyor tabii. Orada da sol sadece bir imaj peşinde değil miydi? Solun bütün mücadelesi uzak (1940’larda) ve daha yakın (1980’lerde) geçmişte hep içi boş bir imaj oluşturmak mıydı? Bu iki film aynı şeyi söylemiyor mu?

Filmin Nerudası, dönemin komünist avından, yoldaşlarının uğradığı zulümden rahatsız olmuşa benzemiyor. Filmde bir hedonist burjuva olarak resmedilen Neruda’nın asıl derdi, halkın alkışlarından ve sokaklarda yürümekten alıkonulmuş olmak gibi sunuluyor. Neyse ki, bu baskı Neruda’nın dünya çapındaki imajına yarıyor. Ama bu da yetmiyor Neruda’ya. Kendisini daha da kahraman hissedebilmesi için, onu kovalayan özel bir düşmana ihtiyacı var. Bunu da imgeleminde yaratıyor. Polis komiseri Oscar Peluchonneau (Gael Garcia Bernal) böylece Neruda’nın imgeleminde doğuyor ve filme giriyor. Ve biz filmi Peluchonneau’nun sesinden dinliyoruz. Peluchonneau ha bire sola hakaret ediyor ve Neruda’yı aşağılıyor. Zaten imajından başka bir şey düşünmeyen, orjiden orjiye koşan şişko Neruda tiplemesi, Peluchonneau’nun yorumlarını destekler nitelikte. Filmde Neruda’yı canlandıran Luis Gnecco, Larrain’in Neruda’ya icat ettirdiği Peluchonneau’yu, yani bu hayali kahramanı kurmacaya bir övgü olarak nitelendirmiş. Bana kalırsa Larrain kendi söylemek istediklerini Peluchonneau’ya söyletmiş. Neruda’ya ve komünistlere hakaret etmenin kamuflajı böylece bulunmuş.

Neruda eleştirilmez değil. Putlaştırılıp, tapılacak biri değil, kimse öyle olmamalı. Neruda bir hedonist de olabilir. Ama buna indirgenebilir mi? Bu adamın şiiri nereden besleniyor? Bu adam mücadele edecek gücü nereden buluyor? Yarattığı hayali düşmanların, ona sağlayacağı kahraman imajını hayal ederek mi mücadelesini sürdürüyor? Neruda’nın hayali düşmanlara ihtiyacı var mı? Hayatı yeterince tehlikede değil mi? Film bunu da basit bir işçinin ağzından dile getiriyor: İşçi kadın Neruda’ya “ben senin gibi imtiyazlı değilim, benim korumalarım yok” diyor. Doğrudur ama koruması Neruda’yı korumaya yetmemiş işte sonuçta. Nihayetinde devletin zehirleyerek öldürdüğü, yıllarca sürgünde ve yeraltında yaşattığı bir adamdan söz ediyoruz.

Larrain ne yapmak istedi?

Neruda, Larrain’in iddia ettiği gibi bir biyografi değilse filmin adı niye Neruda? Malı sattırmak için mi? Bir reklam stratejisi mi? Larrain’in kafası bir reklamcı gibi çalışıyor, orası kesin. Va fakat herkesi de kendisi gibi sanıyor. Larrain’e göre solun ideolojisi ve politik inançları, iktidar yolunda başvurulan bir retorikten ibaret. Sol söylem malı, yani politika yapan kişinin iktidar hedefini satmak için kullandığı ambalaj malzemesinden ibaret. Meslek hayatına reklamcılıkla başlayan Larrain, ne yazık ki dünyayı reklamcılığın dünyasından ibaret sanıyor. İnsanların gerçekten de dünyanın sorunlarını yüreklerinde hissedebileceklerine, kendileri olabilmenin tek yolunun koşullarla mücadele etmek olabileceğine inanmıyor. Larrain, becerikli biri fakat. Kendisini solda biri gibi satmıştı bize. Oysa yaptığı herkesi aşağılamaktan ibaret, bütün filmlerinde sadece bu var. Larrain kendisi dışında hiç kimse için bir şey yapabilecek biri değil. Bunu da maalesef iyi yapıyor.