Nükleer Elektrik Santralli (NES) projesine ilk eylemli itirazım, yer seçimi 1974’e uzanan Akkuyu’nun projelendirildiği 1979’a dayanır. Sanırım mart ayı idi; şu anda da Mersin’in merkezi konumundaki belediye başkanlık binasının arkasındaki otobüs durakları ile Atatürk Parkı’na bakan reklam panolarının afişlenmesini bir arkadaşımla birlikte üstlenmiştik. Arkadaşım, gövdesine sardığı afişlerle rulo vaziyette, ben elimdeki kostik kovasıyla zıt yönlerden görev mahalline indiğimizde saat üç gibiydi. Afişimizi yapıştıracağımız yerlerin boş bırakılmayacağını biliyorduk. Fakat resmi, ticari veya başka bir siyaset tarafından doldurulmuş olması görevimizi ifa etmek için engel teşkil etmezdi.

Sadece billboardların değil, afişimizin sığacağı tüm görünür yüzeylerin boş olmadığı konusunda yanılmamıştık. Ancak kullanabileceğimiz alanlardaki afişlerde bizi şaşırtan bir mesaj vardı, “Nükleer Santrale Hayır”. Üstelik afişler, yıkmaya çalıştığımız düzenin sahiplerinden Narenciyeciler Birliği imzasını taşıyordu. O yıllarda sol literatürde “çevre” kavramına pek rastlanmazdı. Yine de çevrenin, savunmamız gereken ortak alan olduğunu anında kavradık ve gerekçelerimiz farklı da olsa çevre konusunda tüccarları müttefik sayıp afişlerimizi palmiye gövdelerine tutuşturup görev yerimizden ayrıldık. Akkuyu’nun tekrar gündeme geldiği 1993’te, bir haftalık yöre halkını “bilgilendirme” gezisi ardından ilk kitlesel yürüyüşün pankartını çok iyi korunan Akkuyu Nükleer Santral alanına asan kişi oldum. Tüccarlar yoktu; karşı tarafa geçmişler ve nükleer santral karşıtlığını bir daha ağızlarına almaktan çoktan vazgeçmişlerdi.

Nükleer enerjinin risklerine ve maliyetine karşı önerimiz yenilenebilir enerji kaynaklarının tercih edilmesi yönünde oldu. Ekonomik olması ve asgari riski nedeniyle, alternatif elektrik enerji elde etmenin yolu olarak güneşi ve rüzgârı önerdik. Tarihin cilvesine bakın ki nükleer enerji yerine yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması konusunda fikri değişikliğe uğramamama rağmen kendimi Rüzgâr Enerji Santrallerine (RES) karşı bir eylem içinde buldum!

Kurulmasını önerdiğimiz, alternatif olarak sunduğumuz RES’lere karşı çıkmak yaman bir çelişki mi? Eğer rüzgâr enerji santralleri Karaburun’un Yaylaköy, Bozköy ve Tepeboz köylerindeki gibi riski azaltmıyor, kurulum maliyeti başka ekonomik zararlara yol açıyorsa çelişki değil. Karşı çıkmak kaçınılmaz.

Enerji Bakanlığı Karaburun yarımadasının üçte ikisine RES yapma izni vermiş. Bu alanın yüzde 61’ini 49 yıllığına Lodos adlı firmaya devretmiş. Yapımı tamamlanan Yaylaköy’deki 47 RES’in ÇED raporu yok. Yöre halkının açtığı dava sonunda idare mahkemesi hukuk dışı işlemin yürütmesini durdurmuş ve firmanın üretim lisansını iptal etmiş. Fakat bütün bunlara rağmen santraller çalışmaya devam ediyor. Mahkeme kararını takan yok.

Protestonun gerekçesi sadece bu hukuksuzluk değil, türbinlerin, tıpkı HES’ler gibi ekonomik değeri olan arazilere kurulması, yerleşim birimlerine yakın ve köy hayatı ile birlikte doğal hayatı tehdit ediyor olması itirazın asıl nedenini oluşturuyor. İdare mahkemeleri de kararını ÇED raporunun yokluğu ile birlikte halkın bu şikâyetine dayandırıyor. RES’lerin yerleşim birimlerine uzaklığı asgari bir kilometre olması gerekirken Karaburun’da bu mesafe 200 metreye kadar iniyor. Şirketler, her zaman ve her yerde olduğu gibi burada da ulaşım ve inşaat olanakları ek maliyet gerektirmeyen kolay alanları tercih ediyor. Kamu adına denetim yetkisini elinde tutan kamu kuruluşları da şirket politikalarından yana tutum takınıyor.

E, birinin, Karaburun’un şirket - devlet işbirliğinde talan edilmesine dur demesi gerekiyor. Yani kimse durup dururken, sırf aksiyon olsun diye savunduğu bir enerji elde etme yöntemine karşı çıkmıyor. Bundan ötürü CHP Milletvekilleri Zeynep Altıok ve Tacettin Bayır’ın şahsen, HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün mesajı ile katıldığı eyleme destek verenlerden oldum.