Nesneler, insanlar ve kesişen tarihler

ELİF NİHAN AKBAŞ

Bazen bir kurguda karşılaştığım karakterler, başka kurgusal karakterlerle sohbet eder zihnimde. Kurgusal karakterlerin de kendilerine özgü, insanın, bazen yaratıcısı olduğu halde müdahale edemediği bir hikâyeleri vardır çünkü. Bazen kurgulandıkları evrenden dışarı çıkar, başka hikâyelere yön verirler. Tıpkı nesneler gibi.

“Işık Ülkesinden” adlı ilk romanıyla Yunus Nadi Roman Ödülü kazanan Zeynep Göğüş’ün Everest Yayınları’ndan çıkan üçüncü romanı “Yok Çünkü Telafisi”ni okurken de bu kez bir dizi evreninden (Çemberimde Gül Oya) zihnime göç etmiş olan Canan Cansev’in, acılarla dolu geçmişinin üzerine bir battaniye gibi örttüğü coşkulu sesi yankılanıp durdu kulaklarımda: “Zaten anılar niçindir? Kötüleri unut, iyileri tut!”

Biraz da son yıllarda revaçta olan 90’lar nostaljisini ve daha “ciddi” sosyal platformlarda bu nostaljiye kapılanlara çıkışan ve 90’lı yılların acı tarihini hatırlatanları düşündüm. Romanın ana karakteri ve anlatıcısı Murat Bora’nın Brüksel bit pazarında bulup aldığı ve daha sonra II. Abdülhamit’in elinden çıkma olduğunu öğrendiği bir tıraş sehpası ile başlayan “Yok Çünkü Telafisi” bu anlamda insanın geçmişle kurduğu ilişkiye dair bir sorgulamaya sürüklüyor okurunu.

Türkiye-AB ilişkilerinin yoğun olarak devam ettiği bir dönemde Brüksel’de gazetecilik yapan Murat, nesnelerle ilişkisi kuvvetli, duygularını nesnelerdeki yansımaları üzerinden idrak eden ve onların hikâyeleriyle sürüklendiği daha geniş hikâyeleri kucaklayan bir adam. Romanın başından itibaren intihar etmiş olan annesiyle ilgili çalkantılı duygu ve düşünceleri de, bir nesne sayesinde netlik kazanıyor. “Galiba annemi özlüyordum. Bunu ilk defa dantel örtüye dokununca itiraf ettim.”

Abdülhamit’e ait olduğunu öğrendiği tıraş sehpasının Brüksel bitpazarına nasıl geldiğinin, o döneme dek yaşadıklarının peşine düşen Murat, kendini aile tarihini yazdırmak isteyen Oğuz Göker’in evinde buluyor. Oğuz Bey’in aile tarihini yazma işini üstlenmesiyle birlikte, parça parça edindiği bilgilerle, ama daha çok da ondan saklananların peşine düşerek bir tabloyu tamamlamaya başlarken, ister istemez kendi geçmişiyle de yüzleşiyor.

Oğuz Bey’in anlattıkları kadar karısı Sitare’nin sessizliğinden ve kızı Handan’ın sırlarından da beslenen Murat, kendisiyle birlikte okuru da belleğin işleyişi, kişisel yahut toplumsal tarihin yazılma biçimindeki aksaklıklar ve kurgu ile tarih ilişkisi, yazma eyleminin kişinin düşünme biçimine nasıl etki ettiği gibi meseleler üzerine kafa yormaya davet ediyor.

Handan, babasının aile geçmişlerindeki kimi önemli olaylara dair konuşmayı reddedişini, “(...)tıpkı insan içine çıkmadan önce hepimizin kendine son bir kez çekidüzen vermesi gibi, anı yazanlar ya da babam gibi yazdıranlar iyi görünmek isterler, bellek seçici davranır, kötü malları ayıklar” sözleriyle açıklarken, Sitare Hanım da “Anı yazar herkes bahçıvandır, zararlı otlar ayıklanır” diyor. Zararlı yahut kötü olanı belirleyen mekanizmalar ise kökünü yine toplumda ve onun bakışında buluyor.

Tarihi bilgileri kurguya yedirme konusunda oldukça başarılı bir metin “Yok Çünkü Telafisi”. Yazar, güncel siyasi gelişmeleri ve bunların tarihsel bağlarını romanın tam merkezine yerleştirirken hiç sırıtmamasını sağlayacak karakterler kurgulayarak romanı bir belgesele dönüştürme riskini bertaraf etmiş. Karakterlerin tarihsel ve güncel meselelerle ve nesnelerin hikâyeleriyle sağlam bağları olması, okurla roman arasındaki bağı da sağlamlaştırıyor.

“Yok Çünkü Telafisi”, göçebelik kodlarını genlerinden silememiş ama vatan duygusu da kuvvetli karakterlerin çeşitli şehirler arasında gidip gelen hikâyesini, okurun zihnine takılacak düşünce çengelleriyle, onlara paket düşünceler vererek değil, sorgulamaya yönelterek anlatıyor.