Hükümetimiz “PKK ile mücadele ve Kürt sorununa” bundan sonra yepyeni “yeni strateji” ile yaklaşacakmış. Bu yeni stratejinin ana ayaklarını neler oluşturuyormuş? Bir kere mealen İmralı’da Abdullah Öcalan, Kandil’de veya Avrupa’da PKK muhatap alınmayacak, devre dışı bırakılacak. Güneydoğu’da ve diğer bölgelerde yaşayan Kürt vatandaşlar, PKK ve KCK’nın baskısından kurtarılacak. Bu amaçla doğrudan halk muhatap alınacak ve sivil siyaset kanalıyla çözüm aranacak, ipleri İmralı ve Kandil’in elinde olmayan, demokratik yollarla seçilerek Meclis’e gelmiş, siyasi inisiyatif kullanabilecek parti veya partilerle muhatap olunacak.

Bu strateji için çok mu uğraşmış acaba AKP’li stratejistler? Son otuz senedir bu “sorunu” çözmek için uygulana gelen politikalara baksalardı pek gerek kalmazdı “yeni” sini bulmaya. Ha bunun farkı ne derseniz, o da AKP’nin “ben yaptım, oldu” stratejisinde gizli. Şimdi AKP bir kere kuvvetle inanıyor ki “ergenekonu” tasfiye ederek asker, polis, istihbarat ve ABD ile kurduğu milli birlik ve beraberlik ve iman birliği, PKK ile mücadelesinde sihirli bir değnek olarak “sivil siyaset” eliyle bölgede yapacağı operasyon, yağdıracağı bomba, öldüreceği insan dolayımında kendisine “çözüm” olarak dönecek. Yani otuz senelik strateji değil onu icra edenler yanlıştı(!) Yoksa şimdi bütün bunları icra eden AKP ve malum şekilde örgütlenmiş bulunan güvenlik güçleri olunca netice farklı olacak. Ha bire sivil siyasetle çözüm aranacak denmesi bu noktada daha da tüyler ürpertici. AKP’nin genel icraat çizgisine bakarak bu “sivil siyaset” vurgusunun ne menem bir manipülasyon olacağını tahmin etmek zor değil. Bu vurgu muhtemelen ve öncelikle daha fazla askeri operasyon demek. Aynı anda şunu da hatırlayalım. AKP ve cemaat, bölgede Kürt siyasi hareketinin rakibi olacağına da kuvvetle inanıyordu bir vakitler. Kürt halkının seçimlerdeki yanıtı AKP ve hempalarının beklentisinden biraz(!) farklı oldu. “Yetkililerin” 18 ve 22 yaşında iki kızı Newroz’da kendini ateşe veren ve AKP ile Saadet Partisi binasını işgal eden Saliha Hanım’a gelip bizden barış değil “bizden iş aş isteyin” rüşvetini önerme cüreti bu inançtan kaynaklanıyordu. Saliha Hanım “senin evladın yansa sen ne istersin, iş mi?”dedi o yetkiliye. “biz barış istiyoruz!” diye çarptı cevabı suratına. Seçimler bu talebin yalnız Saliha Hanım’ın talebi olmadığını gösterdi. BDP tüm gayretlere yasaklama ve baskılara rağmen bölgede “Kürt sorununun” asıl temsil hakkını elinde tutmaya devam etti. Satın alınamayan, AKP politikalarına, ve networklerine dahil edilemeyen Kürtlerin “sorun”unu çözmek için hala asıl aktörleri muhatap almayarak, “çakma” aktörler, partiler icat etme peşinde mi olacak bundan sonra AKP?

Bu yeni stratejiye ve Newroz saldırısına bakarak, evet! Hükümetin gazeteleri, istihbarat kaynaklı provokasyon “haber”lerine 18 Mart’ın çok öncesinden başladılar. Her yıl 21 Mart’a en yakın pazar günü kutlamalar yapılmasına, hatta bu kutlamalar bir haftaya yayılmasına rağmen, bu yıl AKP “Newroz sadece gününde kutlanır” diye tutturdu. Sonuç, İstanbul’da Hacı Zengin başta olmak üzere ölüler, yaralılar, gözaltılar, tutuklamalar, milletvekillerinin yumruklanması, yaralanması hastaneye kaldırılması. “Geleneksel bir Türk bayramı” hali olarak “nevruz” yani(!). Bir de geleneksel takım elbise ile, elele sönmüş ateşlerin üzerinden atlama rezilliği var, pardon! Son olarak da tüy kabilinden sivil olarak da şehit olabileceğimize dair bir kanun tasarısın hazırlamış hükümetimiz. Bölgede “iş, aş” rüşveti ile satın alamadığı özgürlük ve barış talebini bastırmak için kullanacağı ve muhtemelen ölecek olan çocukların ailelerine ne güzel bir teselli düşünmüşler hep birlikte(!) İçiniz rahat olsun sizin de sevgili okuyucu(!) Eğer bu yepyeni stratejiler sonucu otuz senedir olageldiği gibi şehirde patlayan bir bomba sonucu can verirsek şehit olarak ölebileceğiz. AKP ile çözüme doğru yaklaşıyoruz işte! Her canlı bir gün ölümü tadacaktır nitekim!

Fakat tabii yine AKP’nin bütün bu meselelerde hesaba katmadığı bir şey var. O da Newroz’un isyan ateşinin onların istediği yerde değil, kendi istediği yerde yanması daima. Kimi zaman bir Diyarbekir zindanında, kimi zaman Kadifekale’de kimi zaman İstanbul’da. Kendini ateşe vereni mi, başkasını mı yakacağı hiç belli olmuyor ama!


Pınar Öğünç, Bu Ateşin Üstünden Nasıl Atlayacaksınız? 19.03.2012, Radikal,