Neydi o Selim?

Özcan Doğan

“Sizce elimde ne vaaar?” diye seslendi Mustafa.

Mahallede toplanmış çocuklar, oyun peşindeydiler. Sokaklarda dolaşıyor, buradan girip oradan çıkıyor, bir oturup bir kalkıyor, bağrışıp susuyorlardı.

“Ne o Mustafa?” dedi Kamil.

“Ne olacak, hiçbir şey,” diye atıldı Ali. Hiç de merak etmiyorum dedi, istifini bozmamakla.

“Sen öyle san,” dedi Mustafa, alaycı. “Beni kim yakalarsa ilk ona göstereceğim,” dedi. Çocuklardan ikisi hemen hareketlendi. Mustafa koşmaya başladı. Derken hepsi birden peşine takıldı. Selim, yürüyor mu, koşuyor mu, arkalarından gitti.

Sokak aralarında zikzaklı, kandırmacalı bir koşu. Murat ile Kamil tuttu tutacaktı Mustafa’yı. Yüzleri kızarmış, saçları terlemiş, göğüsleri inip kalkıyordu. Bir sokağın köşesinde, Mustafa ani bir hamleyle dönecekken, aralardan sıyrılan Veli elini atıp onu yakaladı. Kaçmaya yeltendi ama üstelemedi Mustafa. Yorulmuştu.

“Helal sana Veli,” dedi soluklu sesiyle. Köşedeki bakkalın duvarına yaslandı. Ötekilerin toplanmasını bekledi. Murat’la Kamil gelip etrafını sardılar. Ali ilgisiz ilgisiz yürüyüp aralarına sokuldu. Selim ağırdan yaklaştı, izledi.

“Hadi, göster,” dedi Veli.

“Tamam, göstereceğim, ama ötekiler arkasını dönsün, ilk önce sen,” dedi Mustafa. Çocuklar bir iki söylenip geri çekildiler. İkisini baş başa bıraktılar. Olsun da bitsin, görelim artık şunu, dediler.

Mustafa’yla Veli yan yana sokulup yüzlerini duvara döndüler. Fısıltıyla bir şeyler konuştular ilkin. Sonra Veli’nin sesi canlandı.
“Nereden buldun lan onu?” dedi Veli.

“Söylemem,” dedi Mustafa. “Zaten söylesem de siz alamazsınız, size vermezler işte.”

“Hadi be oradan,” diye çıkıştı Veli. Mustafa’nın omzunu iterek yanından ayrıldı. Öteki çocuklar, büsbütün meraklanmış, Mustafa’nın etrafına doluştular. Selim başını uzattı kıyıdan. Ayakları bir ileri, bir geri.

Mustafa tek tek gösterdi elindekini çocuklara.

“Acayip bir şey,” dedi Kamil.

“Teyzemin oğlunda da görmüştüm,” dedi Murat.

“Neymiş ki ya,” diye atıldı Ali, “bende de vardı aynısı, attım gitti.”

“Hadi be, yalana bak,” dedi Veli.

“Vallahi mi, niye attın ki?” dedi Kamil.

“Sende de her şey varmış mübarek,” dedi Mustafa. Gülüştüler bir ağızdan.

Sonra Ali, Murat, Veli, Kamil, çocuklar birer ikişer ayrıldılar. Sokaktaki oyunlarına döndüler.

Onlar öyle gidince, duvarın dibinde bir an yalnız kalan Mustafa’yla az ötede duran Selim göz göze geldiler. Kısacık bakıştılar.

Mustafa başını sallayıp “hadi oradan,” dedi. Sonra elindekini cebine koydu, hızlı adımlarla ötekilerin yanına gitti. Selim arkalarından baktı. Acaba neydi o, dedi kaç kez.

Akşam vakti, kararmadan hava, çocuklar evlerine dağıldı, kimi önce, kimi sonra.

Selim zili çaldı. Annesi açtı kapıyı. “Gel annem,” dedi. Yüzüne, saçlarına dokundu, öptü. O sırada, daha kapı kapanmamışken, üst kattan sesler yükseldi. “Ne bu üstün başın!” diye kızıyordu Kamil’in annesi. “Şu haline bak! Yerlerde sürünmüş serseri!”
Kapıyı örtüp içeri geçtiler.

“Ne oluyor yahu?” diye sordu babası.

“Kamil’in annesi,” dedi Selim. “Kamil...”

“Ne çocuklar var,” diye söylendi annesi, anlattı.

“Herkes bizim gibi mi,” diye atıldı babası.

“Bak Selimime, güzel güzel oynadı geldi,” dedi annesi.

“Aferin oğluma,” dedi babası.

Selim baktı, incecik gülümsedi, sonra yüzü dalıp gitti.