Gordon Brown geçen hafta seçime gidileceğini resmen açıkladıktan sonra ortalık iyice hareketlendi. Malum İngiliz seçimleri

Gordon Brown geçen hafta seçime gidileceğini resmen açıkladıktan sonra ortalık iyice hareketlendi. Malum İngiliz seçimleri Tory ve Labour ya da Muhafazakâr ve İşçi partileri arasında geçiyor. Kimse iktidara geleceklerine inanmadığı için Liberal Demokratlar yine figuran olacaklar gibi. Gerçi seçim tahmin edildiği kadar yakın koşulan bir yarış olursa Liberaller olası bir azınlık hükümeti için anahtar bir pozisyon elde edebilirler. Ama bu bile onların elinde değil: ancak muhafazakârlar ve İşçi partililer birbirine karşı net bir zafer elde edemezlerse mümkün!
Kamuoyu yoklamaları da bu yönde işaretler veriyor. Muhafazakârların en çok oyu alacakları kesin ancak parlamentoda kabineyi kuracak çoğunluğu elde etmeleri zor. Bunun temel nedenlerinden biri muhafazakâr seçmenlerin coğrafi dağılımı. Muhafazakârlar seçimi kazandıkları yerlerde açık oy farklarına sahip olmalarına karşın kaybettikleri yerlerde az farklarla kaybediyor oldukları için zorlanacaklar. Dolayısıyla hükümet olmak için yüzde 40’ın üzerinde oy almaları neredeyse farz. Aksi takdirde İskoç Gordon bir dönem daha muhafazakârlara rol kesecek Westminister’da.
Hafta başında İşçi Partisi’nden sonra David Cameron seçim bildirgesini açıkladı.
Seçimlere onlarca parti katılacak ve fakat içlerinden muhtemelen sadece 3 tanesi meclise girebilecek. Yani hükümet yine yeni sağ varyasyonlardan oluşacak.
Hafta içinde seçim yorumcularından birisi Britanya seçim sisteminin küçük partiler için bir komplo olduğunu söylemişti. Espri ile karışık olsa da sistemin böyle bir sorunu var. Küçük bir ulusal partinin meclise girebilmesi neredeyse imkânsız. Ancak fark yaratabildikleri ölçüde yerel partilerin bir şansı var. George Galloway’in seçilmesi de geçen yılki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağcıların başarısı da bu tarz yerel çoğunluklarla mümkün oldu. Çünkü seçilebilmenin tek koşulu seçim bölgesinde birinci parti olmak. Rakiplerinden bir oy dahi fazla alan seçiliyor. Tabii ki seçime katılım ne kadar az olursa radikal partilerin oy oranları da o kadar artıyor.
Önümüzdeki haftalarda biraz daha irdeleyeceğim ama en nihayetinde hükümet olacak üç büyük parti arasındaki farklar minik vergi oranları dışında neredeyse fark edilemeyecek kadar az. Ya da şöyle özetleyelim muhafazakârların seçim sloganı “değişim”. Büyük harflerle yazmaya elim varmadı. Mesai değişiminden bahsediyorlar sanırım. Zaten işin can sıkıcı yanlarından biri de bu.
Yeşillerin oldukça radikal ama derli toplu bir programları var. Ancak bu politikaları kitlelere anlatıp ikna etmeleri için herhalde bu seçim döneminin 30 yıl falan sürmesi gerekli.
Irkçı ve aşırı sağcı partilerin Avrupa Parlamentosu seçimlerindeki kadar ciddi bir destek alamayacakları herkesin beklentisi ancak yine de seçime girebildikleri yerlerde oy oranlarını az da olsa artırmalarını bekliyorum.
Geçen genel seçimde bu üç parti dışında sadece George Galloway meclise girebilmişti. Galloway yine sosyalist ve azınlıkların koalisyonu diyebileceğimiz Respect (Saygı) partisinin adayı. Ancak her zaman renkli bir portre çizen Galloway’in bu kez kazanamayacağı düşünülüyor. Biri bizi gözetliyor evine katılması en büyük yanlışlarından biri oldu Galloway’in. Çünkü geçen seçimde Londra’nın doğusunda Müslüman göçmen azınlıkların da çok ciddi oyunu almıştı ve bu seçimde aynı sempatiyi göremeyebilir. Parti içindeki Sosyalist İşçi Partisi grubunun Sol Liste adıyla ayrılması da üzerine tuz biber. Ya da Troçkistler bu sene de meclise giremeyecek.
Kısacası baharda iyi şeyler beklemiyorum. Geçen seçimde muhafazakârlar geleceğine Gordon kalsın diye düşünmüştüm ama bu seçimde o da içime sinmiyor. Öyle görünüyor ki bu seçimde ‘içine sinmeyenler partisi’ ezici çoğunlukla iktidar olurdu.
İyi pazarlar ve bol şanslar.