“Garip bir düş benimkisi. Anlatayım da dinle! Dinle de hayırlara vesile bir şeyler söyle! Köpek öldüren cinsinden bir bayırın başındayım. Yerde içlerine kapanmış, büzüşmüş yüzlerce tespih böceği bayır aşağı birer misket gibi yuvarlanıyorlar. Derken nereden çıktıysa bisikletli bir çocuk. Kendini koy veriyor bayır aşağı Beraberinde bisikletiyle  yüzlerce tespih böceğini ezerek iniyor bayırdan. Korunmak için tek yapabildikleri içlerine kapanmak olan tespih böceklerinin katliamı yaşanıyor. Dur! demek, haykırmak istiyorum fakat bir yumruk boğazıma düğüm olmuşçasına sesim çıkmıyor. Yüzüm kızarıyor, gözlerim patlayacak gibi büyüyor ama bütün zorlamama rağmen sesim çıkmıyor. Kan ter içinde sıçrayarak uyanıyorum. Bakıyorum hala yüreğim küt küt atmakta, kulağımda hala çıtır çıtır ezilen böcek sesleri. İçine kapanmanın kendini korumaya yetmediğinin farkında olamayan tespih böcekleri, başında kavak yelleriyle tespih böceği katliamına neden olduğunun farkında olamayan çocuk ve her şeyi görüp de bir şey yapamayan ben. Bu ne biçim bir rüya söylesene Efe. Yorumla şunu bir hele!“

Sinek Efe, Sırçınar’ın bakı ustası. Aynı zamanda da makaraya sarma konusunda mahallenin en önemli şahsiyetlerinden. Hemen Dümenciyi ve etrafındakileri yörüngesine alıveriyor. Freud’tan giriyor, From’dan çıkıyor. Kendince inceden inceye makarayı sarmaya başlıyor.

Mahallenin en keşkül çingenesi Ramize tutturmuş el falına bakacak. Bakacak da seçimi kimin alacağını söyleyecek. Gel gelelim masadakilerin hiç biri havaya girebilmiş değil. Bu durum Ramize’nin canını sıkıyor. “A benim serseri güvercinlerim, a benim kafti ağabeylerim; diktatör yanaşmaları televizyonları izleyip sonracıma da kahırdan her akşam piizlenip hepten matiz olmuşsunuz  bee. Kaldırın şu keşkül suretlerinizi de bir bakın Ramize ne diyor. “

Kasap Hüseyin zaten durgun olan işlerin, et fiyatlarının zıplaması ile beraber işlerin hepten yerlere yeksan olması üzerine iyice içine çökmüş Ramize’yi duymuyor bile. Hoşaf Sami, Ramize’ye kaş göz işareti yaparak; “Ne diyor, ne diyor” diye sanki mahallenin uyuz kedilerini uyandırmaktan korkar gibi fısıldıyor.

Ramize; “Ne bilim anam, eğşi suratın biriydi şinci hepten bi eğşimiş. Ver elini de senin falına bi bakim Hoşaf ağbicim. Bak memleket gelişiyor, ülke ekonomisi rekor seviyede büyüyor. Sana sugar haberler vereyim…”

Cenap Hoca; “Ne büyümesi kız git hasta etme adamı. Dünyanın en pahalı benzinini, elektriğini kullanan, sen pahalı etini yiyen daha doğrusu yiyemeyen bir memleketin evlatları küçülürken sen de gelip büyüme müyüme deme, tepemi attırma benim. De hadi git bu gün fal mal yok. İşsizliğin rekor kırdığı bir yerde sana da iş yok anlayacağın. Hadi naşş naşşş. Ramize Cenap Hoca’dan fırçayı yiyince arkasına bile bakmadan seyirtti gitti.

Hıdır Dayı; “Ne istedin de azarladın garibanı ve Cenap Hoca? Sen böyle yapmazdın, ne oldu sana?”

Burnundan soluyarak derin bir of çekti Cenap Hoca, sonra çoook derinlerden gelen bir sesle; “Ne olsun be Hıdır Dayı, memlekette bütün işler boka sararıyor işte görüyorsun. Bunca faşist baskı, kıyım, yolsuzluk, ve de üzerine ‘kaymak’ gibi devalüasyon hangi ülkede olsa hükümet anında düşerdi. Çarşı pazara çıkamaz olduk. Cüzdan iki günde boşalıyor. İşsizlik almış başını gidiyor, her beş gençten biri işsiz, o da gerçekse tabii..

Tam bu sırada ilkyaz yağmurlarından biri daha başladı. Aniden inen kocaman kocaman damlalar koca çınarın yaprakları arasından süzülüp masaya kadar indi. Muhabbetin en can sıkıcı yerine yetişip ortamı neşelendirmeyi iyi beceren Şiktan masa başında biterek;

“Sıkmayın güzel canınızı, işte size nefis demli çaylar...”

Necip Hoca mırıldanarak bir şarkı tutturdu;

“Seni vursunlar ellere Şiktan bize revamı bu adamlar? Sermayeye şemsiye, bize yağmurlar...”

Şiktan sermayeye değil size şemsiye Hoca diyerek bir koşu portatif bir şemsiye kapıp geliverdi. Şemsiyeyi açtıktan sonra tepsi ile tempo tuta tuta Sırçınara doğru oynak oynak seyirtti, gitti. Peşinden tutam tutam derdi de sürekleyerek.