Suskuları yazabilmek… Ve suskular ardındaki duyguları… İnsanı ‘insan’ yapan duyarlılıkları, incelikleri, anlatmadan sezdirmeyi becerebilmek. İşte Nezihe Meriç öykücülüğündeki hüner

Nezihe Meriç ve sanatla yaşamak

LEYLA RUHAN OKYAY

Cumhuriyet’in ilk kadın öykücülerinden Nezihe Meriç, aramızdan ayrılalı, onun deyimiyle ‘o görünmez yere’ gideli tam on yıl oldu.

18 Ağustos 2009’da, sevdiğinin, dostlarının yanına uğurladık onu…

Kimi insanlar vardır, hayatınıza girer, sizi zenginleştirir, güzelleştirirler. İşte, Nezihe Meriç ve Salim Şengil, benim için öyleydi. Edebiyat dünyasında Nezim ve Salim Amca olarak anılırlardı. Her görüşmemizde, hayata, sanata, edebiyata dair yeni bir şeyler öğrendiğim, bilge ustalardı…

Nezihe Meriç’i yakından tanıma olanağı bulduğum süre içinde çok yönlü sanatçı kişiliği, yaşamın içindeki duruşu, edebiyatına dair kısa bir değerlendirme yaptığımda;
Onun yaratıcılığının, edebiyatın yanı sıra, diğer sanat dallarında ve yaşamın tüm alanlarında, kendini gösterdiğini söyleyebilirim. Giysilerini, takılarını kendi tasarlar ve oluştururdu. Her biri çok özeldi. Nezim için özgünlük ve estetik büyük önem taşırdı. Bu nedenle Nezim’i ziyarete giderken sevgiliye hazırlanır gibi gitme zorunluluğu hissedilirdi. Çünkü estetik görüntünün onun ruhunu okşayacağını bilirdi tanıyanlar. Müziğin her türünü iyi bilir, besteleri olduğundan söz ederdi. Bilgisayarda tablolar yapardı. Zengin bir fotoğraf arşivi vardı.

Nezim’le edebiyat dışındaki paylaşımlarımızı, komik olaylara kahkahalarla gülmelerimizi, birlikte türkü söylediğimiz zaman dilimlerini, dostları için hazırladığı sofralarını, masa başındaki sohbetlerimizi, biriktirdiğimiz umutlarımızı özlüyorum.

Nezim ve Salim Amcanın evlerinde geçen o büyülü saatleri, yüreğim havada dinlediğim öykülerimi değerlendirmelerini, edebiyata dair öğretilerini, bazen de hiç beklemediğim bir zamanda gece yarısı gelen ve beni havalara uçuran ‘af-ferin, iyi bir öykü’ diye başlayan maillerini de çok özlüyorum.

Nezihe Meriç, her zaman yakın çevresindekilerin dert ortağı, sırdaşı olduğu gibi sokakta iletişim kurabildiği herkesin, ablası, annesi olabilmiş bir ‘insan’ sevdalısıydı. Bu sevda, yazdıklarında açıkça görülür. Söz gelimi bir taksiye bindiğimizde en asık suratlı şoförü bile güldürmeyi, onu konuşturmayı bilirdi. İnerken ardımızdan gülümseyerek bakan bir adam bırakırdık.

Nezihe Meriç’in, öykücü kimliği ve insan sevgisi onun çevresindekilere yaklaşımına başka bir boyut kazandırmıştı. Özellikle kente göçmüş kadının, sosyal durumu, yaşam koşulları içindeki ezilmişliği, direnişi, değişim ve gelişimi yapıtlarında işlediği konuların başında geliyordu. Erkeğin toplumdaki duruşu, kaygılarını, sıkıntılarını da dert edinir, işlerdi. Kendi tabiriyle çocuk delisiydi. Onlarla empati kurmayı iyi bilirdi. Çocuk kitaplarının bu denli sevilmesinin en önemli nedeni buydu.

Nezim ve Salim Amcanın evlerinin kapıları, herkese açıktı. En çok da genç edebiyatçılara, tiyatroculara, sanatçılara… Yeni çıkan bütün edebiyat dergilerine destek olmaya çalışırlardı.

Gençlere zaman ayırmayı, onlarla birlikte olmayı tartışmayı çok severdi Nezim. Gençlerin yapıtlarına ilişkin en can alıcı sorusu; ‘Peki sen şimdi ne anlatmak istiyorsun?’ diyerek onları düşünmeye sevk ederdi.
Kızım Azra Deniz Okyay da o gençlerden biriydi. Nezihe Meriç tiyatro gibi sinema sanatına da tutkun bir yazardı. Birçok oyun yazmıştı. Sevdican adlı oyunu Almanya’da uzun süre sahnelenmiş, onu çok mutlu etmişti. Kısa film projeleri olduğundan söz ederdi. Ne yazık ki onları hayata geçiremedi.

Azra Deniz, yazıp yönettiği, kısa filmlerinin senaryolarını Nezim’le paylaştığında, ‘peki sen burada ne demek istiyorsun’ sorusunu elbette ona da yöneltmişti. Bu sorunun yanıtını aramak; Azra Deniz Okyay’ın yaptığı filmlerde en önemli yol göstericisi oldu. Zaman içinde Azra Deniz ve Nezim arasında, sinemanın büyüsüyle örülü bir bağ oluşmuştu. Nezim, yolunun kesiştiği her genç sanatçıda olduğu gibi kızım, Azra Deniz Okyay’da da çok önemli izler bıraktı.

Nezim’in bütün sanat dallarıyla yakın ilişkisi, yapıtlarındaki mimariyi, müziği, şiiri de beraberinde getirir. Kurguladığı hikâyelerinde canlanan mekânlar, fotoğraflar ve müzik; Türkçenin en iyi biçimde kullanımıyla birleşince Nezihe Meriç öyküsü doğmuş. Öykülerindeki ‘insan’a dair, ayrıntılar, nüanslar, dilin estetik kullanımıyla yaratılan atmosfer, iyi bir senfonide olduğu gibi kusursuz olmalıydı onca. Fazlalıklara, kakofoniye yer yoktu. Öykü, okuruna anlatmadan sezdirmeliydi ardındaki duyguyu... Ve her öykünün kendine ait bir müziği olmalıydı. Ona göre, öyküdeki tümcelerin, içindeki müziğin aktarımı, noktalama işaretlerinin doğru kullanımıyla olasıydı.

‘Çangal’ öyküsünde, ‘Yani, şimdi sen ne anlatıyorsun? Hepimiz biliyoruz bunları. Yazıldı bunlar. Çok yazıldı. Biçim biçim. Konuşuldu. Uzun Vuzun. Sonra susuldu. Ben bu susuşun derdindeyim. Onu yazmaya çalışıyorum. Meramım budur’ diyor.

Suskuları yazabilmek… Ve suskular ardındaki duyguları… İnsanı ‘insan’ yapan duyarlılıkları, incelikleri, anlatmadan sezdirmeyi becerebilmek. İşte Nezihe Meriç öykücülüğündeki hüner.

1990 Sait Faik Hikâye ödülünü alan kitabı; Bir Derin Kara Kuyu’da yer alan, bir buçuk sayfalık ‘Deli, Deli, Deli’ adlı öyküsü, 2005 yılı basımı, ‘Çisenti’ adlı kitabında yer alan kısa kısa öykülerinin habercisidir.

Bu yazıda Nezihe Meriç ve Salim Şengil’in aralarındaki aşktan söz etmeden olmaz. Nezihe Meriç, ‘Yandırma/ Kadın, Aşk Deniz’ adlı öyküsündeki kahramanı, ‘bizim aşkımız, hep gündeliğin dışında, hep erişilmezmiş gibi bir duygu yarattı ikimizin arasında’ diyor. Evet, onların aşkı, ‘erişilemezmiş gibi bir duygu’ yaratırdı.

Nezim ve Salim Amcanın evlerinin aurası, içinde yaşanan aşktan mıdır bilinmez, mutluluk verirdi gidenlere… Arınmış, dertlerinizi atmış, yüreğinize sevinç ve umut toplamış olarak ayrılırdınız. Yeniden gideceğiniz günü iple çekerek…

Nezihe Meriç ve Salim Şengil, ilkelerinden, düşüncelerinden (ağır bedeller ödeseler de) hiçbir zaman ödün vermemiş, birer aydın, demokrat, yazarlar olarak sağlam duruşlarıyla ülkemizde çok saygın bir yere sahiptirler.

Edebiyatımıza, öykücülüğümüze büyük katkısı olan, yazar, Nezihe Meriç ve yazar, yayıncı Salim Şengil’i sevgi ve saygıyla anıyorum.

cukurda-defineci-avi-540867-1.